(i.). 1. insan. 2. Erkek kişi. 3. İyi yetişmiş kimse: Bu şehir çok adam yetiştirdi. 4. Birinin tarafını tutan kimse: O, Ali beyin adamıdır. 5. Belirsiz zamir olarak herkes: Adamın gidip yatacağı geliyor. 6. Vazifeli şahıs: Buraya bakacak bir adam lâzrm. Buranın adamı nerede? Adam etmek = İyi yetiştirmek. Adam olmak = İyi yetişmek. Adam içine karışmak = Eş, dost arasına çıkmak, topluluğa karışmak. Adam sarrafı İnsanların karakterini iyi anlayan, görmüş geçirmiş kimse. Adama dönmek = Tertiplenmek, düzelmek. Adamdan saymak = Ehliyetini kabul etmek, (bk.) Adem.
The name given in the Bible to the first man, the progenitor of the human race. 'Original sin;' human frailty. street names for methylenedioxymethamphetamine in Judeo-Christian mythology; the first man and the husband of Eve and the progenitor of the huma
man. person. individual. a full man. servant. attendant. one's agent / follower. chap. cove. cuss. guy. herbert. johnny. sod. son of a gun. specimen. wight.
The first male God created; he and his mate Eve disobeyed God and were expelled from the garden of Eden See Chapter 1 Yahwist Creation Story The Hebrew term adam can variously designate humankind collectively , the first man , or the personal name Adam Se
Robert Adam : eminent architect who designed furniture for the houses he built or re-modelled; famous for his revival of the classical style, based on Ancient Greek and Roman taste, begun in England during the 1760's.
Furniture designed by the 18th-Century English architects Robert and James Adam, in the same Pompeiian classicism which marked their houses Pieces are delicate and slim, and have simple straight lines and restrained ornamentation.
Art Design Architecture and Media. red, a Babylonian word, the generic name for man, having the same meaning in the Hebrew and the Assyrian languages It was the name given to the first man, whose creation, fall, and subsequent history and that of his desc
First man mentioned in Genesis and thus the paradigm for the human being Adam features in many pseudepigraphic texts of the Second Temple period found at Qumran.
In Genesis, the name Adam literally means 'ruddy,' from the Hebrew for 'red'; it possibly derives from an Akkadian word meaning 'creature ' In the older creation account , Adam is simply 'the man [earthling],' which is not rendered as a proper name until
Scottish brothers Robert and James Adam practiced as architects and designers, employing cabinetmakers, painters, and sculptors to execute their designs. earthborn.
(i.). 1. Gerektiği şekilde: Bu işi adamakıllı yapacak biri lâzım. Adamakıllı bir yol. Adamakıllı bir söz. 2. Pek fazla. Adamakıllı ıslandım, iş adamakıllı ihmal edilmiş.
(i.). Patlıcangillerden bir bitki. Kökü bazen insanı andıran biçimler aldığından bu adla anılır. Ayrıca eskiden bu bitkide acayip hususiyetler olduğuna inanılırdı.
(Alraunwurzel, Mandragore, Mandrake): Mavimsi-mor renkli çiçekler açan, rozet yapraklı ve kazık köklü çok yıllık otsu bir bitkidir. Kökleri insana benzediği için, bu isim verilmiştir. Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve Güney Anadolu. Kullanıldığı yerler: Kökleri % 0,3 oranında Hiyosiyaminlerle Skopolamin alkaloitlerini taşır. Bundan dolayı zehirli bir bitkidir. Ağrı kesici, yatıştırıcı, cinsel gücü arttırıcı etkileri vardır. Halen tedavide çesitli preparatların terkibinde kullanılmaktadır. Rastgele kullanıldığında zararlı olur.
(f.). 1. Aktarmak, bir yerden veya bir kaptan diğerine nakletmek, taşımak, devretmek. 2. Arayarak alt üst etmek. 3. Altını üstüne getirmek: Damın kiremitlerini aktarmak. Tarım: (tarlayı) altı üstüne gelecek surette bellemek.
extract. narrate. to transfer. to transmit iletmek. to cite. to quote alıntılamak. iktibas etmek. to translate çevirmek. to narrate anlatmak. to retile.
(i. anatomi). Kanın kalpten vücudun her tarafına gitmesine yarayan damar. Büyük atardamar: Kalpten çıkıp akciğerden başka vücudun her yanına dal salan ve kalça atardamarlarına ayrılarak sona eren kalın atardamar.
(f.) (aslı: Buğdamak), (ağaç ve bağın). Fazla budaklarını kesmek veya budaklarını kısaltmak: Ağaç, bağ budamak. mec. Asma budamak = Boş lâkırdı söylemek.
Cam şaşılacak derecede basit bir maddedir. Dünyanın her köşesinde rahatça bulunabilen kum, kuvars ve sodadan meydana gelmiştir. Fakat camın asıl şaşırtıcı özelliği ne tam bir sıvı ne de gerçek bir katı oluşudur. Aslında sıvıya daha yakındır, çünkü atomik yapısındaki düzen sıvılardaki rasgele düzeni andırır. Katıların atomlarının kristal yapısı ise düzgündür.
Katı bir cisimde atomların bir diziliş düzeni vardır. Yani bu diziliş düzeni belli aralıklarla kendini tekrarlar. Camda ise bu özellik yoktur. Çok kuvvetli mikroskoplarla yapılan incelemelerde bile camın yapısında hiç bir kristal oluşumuna rastlanmaz. Arada sırada görülen bazı kristaller ise camdaki kusurlardır.
Cama çok ağdalı bir sıvı diyebiliriz. O kadar ağdalıdır ki, normal dış etkenlerde bile şeklini değiştirmez. Bir sıvıda iç sınırlar bulunmadığından camın içinden geçen bir ışık demeti kırılma ve yansımaya uğramaz, doğrudan geçer. Bu nedenle bir cama baktığımızda arkasındakileri olduğu gibi görürüz. Işık sadece camın yüzeyini aşarken hafifçe kırılır.
Cam saydamdır, su da saydamdır, öyleyse donmuş su olan kar taneleri niçin beyazdır ve niçin kar örtüsü saydam değildir? Bir cismin üzerine gelen ışığın tümünü yansıttığında beyaz, hepsini tutup hiçbirini yansıtmadığında siyah renkte göründüğünü biliyoruz. Cam saydamdır ancak kırıldığında, tuzla buz olduğunda yerdeki küçük cam parçaları yığını beyaz renkte görünür, çünkü her bir cam parçası ışığı değişik yönde geçirmektedir.
Kar tanelerinde de aynı şey söz konusudur. Minik taneler üzerlerine gelen ışığı her yöne gelişigüzel yansıtırlar. Bu nedenle kar taneleri de, kar örtüsü de beyaz renkte görünürler. Benzeri durum tuzda da görülür. Tuz, her biri saydam olan küçük kristallerden oluşmuştur ama bunlardan büyük bir miktarı bir kapta bir araya gelince gözümüze beyaz renkte görünürler.
Cam şaşılacak derecede basit bir maddedir. Dünyanın her köşesinde rahatça bulunabilen kum, kuvars ve sodadan meydana gelmiştir. Fakat camın asıl şaşırtıcı özelliği ne tam bir sıvı ne de gerçek bir katı oluşudur. Aslında sıvıya daha yakındır, çünkü atomik yapısındaki düzen sıvılardaki rasgele düzeni andırır. Kumların atomlarının kristal yapısı ise düzgündür.
Katı bir cisimde atomların bir diziliş düzeni vardır. Yani bu diziliş düzeni belli aralıklarla kendini tekrarlar. Camda ise bu özellik yoktur. Çok kuvvetli mikroskoplarla yapılan incelemelerde bile camın yapısında hiç bir kristal oluşumuna rastlanmaz. Arada sırada görülen bazı kristaller ise camdaki kusurlardır.
Cama çok ağdalı bir sıvı diyebiliriz. O kadar ağdalıdır ki, normal dış etkenlerde bile şeklini değiştirmez. Bir sıvıda iç sınırlar bulunmadığından camın içinden geçen bir ışık demeti kırılma ve yansımaya uğramaz, doğrudan geçer. Bu nedenle bir cama baktığımızda arkasındakileri olduğu gibi görürüz. Işık sadece camın yüzeyini aşarken hafifçe kırılır.
Cam saydamdır, su da saydamdır, öyleyse donmuş su olan kar taneleri niçin beyazdır ve niçin kar örtüsü saydam değildir. Bir cismin üzerine gelen ışığın tümünü yansıttığında beyaz, hepsini tutup hiçbirini yansıtmadığında siyah renkle göründüğünü biliyoruz. Cam saydamdır ancak kırıldığında, tuzla buz olduğunda yerdeki küçük cam parçaları yığını beyaz renkte görünür, çünkü her bir cam parçası ışığı değişik yönde geçirmekledir.
Kar tanelerinde de aynı şey söz konusudur. Minik taneler üzerlerine gelen ışığı her yöne gelişigüzel yansıtırlar. Bu nedenle kar taneleri de, kar örtüsü de beyaz renkte görünürler. Benzeri durum tuzda da görülür. Tuz, her biri saydam olan küçük kristallerden oluşmuştur ama bunlardan büyük bir miktar bir kapta bir araya gelince gözümüze beyaz renkte görünürler.
(i.). 1. Bina örtüsü. Ar. sakf: Damın üstüne çıkmak. 2. Ustü damla örtülü ve bir, iki tarafı açık mahal. Sundurma: Hayvanları damın altına almak. 3. Hayvanları barındırmaya mahsus kapalı yer, ahır, kümes: Öküz damı. 4. Mahbes, hapishane, zindan. Damı aktarmak = Kiremitleri değiştirip onarmak. Damı almak = Binanın duvarların bitirip veya direklerini dikip damını kurmak, örtülmesi sırasını getirmek. Papucu dama atılmak = İtibardan düşmek; yerine bir diğeri makbul ve muteber tutulmak. Damdan düşmek = mec. Sırasız ve münasebetsiz lâkırdı söylemek: Damdan düşer gibi söyledi.
A barrier to prevent the flow of a liquid; esp., a bank of earth, or wall of any kind, as of masonry or wood, built across a water course, to confine and keep back flowing water.
To shut up; to stop up; to close; to restrain. female parent of an animal especially domestic livestock a barrier constructed to contain the flow of water or to keep out the sea obstruct with, or as if with, a dam; 'dam the gorges of the Yangtse River'.
a barrier constructed to contain the flow of water or to keep out the sea. a metric unit of length equal to ten meters. female parent of an animal especially domestic livestock. obstruct with, or as if with, a dam; 'dam the gorges of the Yangtse River'. A
Structure built in rivers or estuaries, basically to separate water at both sides and/or to retain water at one side. A structure of earth, rock, or concrete designed to form a basin and hold water back to make a pond, lake, or reservoir A barrier built,
An artificial barrier or wall constructed across a watercourse or valley for one or more of the following purposes: creating a pond or lake for the storage of water; diverting water from a watercourse into a conduit or channel; creating a hydraulic head t
Indicates a detection for files that have been corrupted by a threat or that may contain inactive remnants of a threat, causing the files to fail to properly execute or produce reliable results.
A barrier built across a watercourse to impound or divert water A barrier that obstructs, directs, retards, or stores the flow of water Usually built across a stream A structure built to hold back a flow of water Horsetooth Reservoir has four dams: Spring
A barrier built across a watercourse to impound or divert water. structure built to hold back water in order to prevent flooding, provide water for irrigation and storage, and to provide hydroelectric power.
A structure formed to hold water back, generally built near uncontaminated water collection sources in order to provide a drinking water supply to the surrounding communities.
A barrier of concrete or earth built across a river to create a body of water. a structure of earth, rock, or concrete designed to form a basin and hold water back to make a pond, lake, or reservoir.
Any artificial barrier which impounds or diverts water The dam is generally hydrologically significant if it is: 1 25 feet or more in height from the natural bed of the stream and has a storage of at least 15 acre-feet 2 Or has an impounding capacity of 5
A constructed barrier that would create a water storage reservoir or divert water. a barrier constructed across a watercourse for the purpose of: creating a reservoir; diverting water into a conduit of channel; creating a head which can be used to generat
In a toilet bowl, the barrier built into the trapway that controls the water level in the toilet bowl. a barrier made of any material, which stops the flow of rivers and streams. structure usually built on a river to create a lake by blocking the river's
(i. Fr. dames). Altmış dört haneye bölünmüş bir tahtada on altışardan otuz iki taşla oynanan oyun: Dama oynamak. Dama çıkmak = Bu oyunda bir taşı karşı taraftaki sıraya eriştirerek üstün bir hale geçirmek. Dama tahtası = Bu oyunun oynanmasına mahsus altmış dört haneli tahta. mec. Satranç şekli. Dama taşı, pulu = Dama oyununda kullanılan taş veya tahta, kemik, boynuz vesaireden pul ki iki renkte olarak on altışardan otuz iki tane olur. Dama etmek = mec. 1. Bitirmek, hitama erdirmek. 2. Artık daha ileriye geçememek, kalmak: Yokuşu çıkamadı, da248 ma dedi. Artık bitti.
Demand Assignment Multiple Access -- DAMA is a technique of Satellite resource manipulation that allows many users on a Satellite to share a limited assignment of transponder capacity As one user connects to the transponder they draw from a common 'pool'
(i.) (sonundaki k harfi sesli harf alınca ğ harfine çevrilir). «Dam» dan gelir. Ağzın damı mahiyetinde olan üst kısmı: Tadı damakta kalmak = Lezzeti iyi duyulmak, çok hoşa gitmek.
(i. F.). Etek. (bk.) DAmen. DâMAR (i.) (damlar gibi vurması yüzünden bu şekilde edlandırılmış olabilir). 1. insan vücudunda kanın dolaştığı yollar ki çeşitli kalınlıkta borulardan ibarettir. Nabızlı damar, şahdamar = Kan veren büyük damar. 2. Damar veya köke benzeyip bir cismin içinde dallanan yollar. ihtilât yapan, tehlikeli yollar: Yağmur suları yerin damarlarına girer. 3. Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizikler: Pembe damarlı ve beyaz zeminli ebru. 4. Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası: Kuvarts kayası üzerinde altın damarları bulunur, bu suyun damarı zengin. 5. mec. Yaradılış, tabiat, huy, yaratık. Damarına dokunmak = Hiddet etmek, kızmak. Alnının damarı çatlamış = Utanmaz. Kan alacak damar = Faydalanılacak yol. Damara girmek = Birinin hatırını hoş edip kendi isteğini yaptırmak. Damarı tutmak = Olmayacak sebeplerden dolayı öfkelenmek veya inadı tutmak. 6. Soy kökü, yaradılış: Damarına çekmiş, damarı bozuk. 7. Huy, mizaç: Hasislik damarı. Şairlik damarı. Damar atmak = (kan damarı) Kalbin kasılmasıyle vurmak. Damar tabaka = Göz küresinin içinde ince kan damarlarından meydana gelen tabaka. Damarına basmak = Birini öfkelendirecek bir harekette bulunmak. Damarına çekmek = Soyunun huyuna çekmek. Damarı kurutun = Birinin huysuzluğuna öfkelenildiği vaDamasko kit beddua olarak söylenir. Damarını bulmak = Birinin okşanacak duygusunu bulup yumuşamasını sağlamak.
Vücuttaki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini keybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheremo denir. Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır. Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür. İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur. Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır. Damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır. Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır.
Tedavi için gerekli malzeme : Patates.
Hazırlanışı : 1 adet çiğ patates soyulup iyice yıkanır ve rendelenir. Çıkan su sabahları aç karnına içilir. Aynı işlem hergün tekrarlanır.
(i)., (s)., (f). Şam'da dokunan çiçekli ipek kumaş; damasko (kumaş); Şam çeliği; koyu pembe renk; (s). Şam çeliğinden yapılmış; Şam işi; gül renkli; (f).Şam işi gibi işlemek; damasko ile döşemek; gül rengi vermek.
(i. i. Damasco = Dımışk, Şam). Eskiden Dımışk, yani Şam şehrinde yapılıp sonraları Avrupa’dan gelen iki yüzlü ipek veya yün ve keten karışık döşemelik kumaş. Bu kumaştan yapılmış: Damasko perdeler.
(DAMAD) (i. F.). 1. Kız çocuğun veya onun yerinde olan yeğen gibi bir kızın kocası, güvey: Damatla kayınpeder. Filân damadımdır. 2. Osmanlı Hanedanı’nda sultan denen imparatorluk prenseslerinin kocası ki, resmî bir unvandı: Dâmâd-ı hazret-i şehryârî.
(f. A.) (devâm’dan geçmiş zamanın üçüncü müfredi olup bazı Arapça tâbirlerde bulunur. Müennesinde dâmet daha kullanılır). Dâim ve baki olsun: Dâme miilke = Mülkü dâim olsun. Dlmet saâdet = Saadeti devam etsin! Midâm = DAim ve bakî oldukça, bulundukça.
(i. F.). 1. Etek belde, eteğini kaldırıp beline bağlamış, hazır. Ar. müheyyâ. 2. Bir işe cidden teşebbüs eden: Dâmen-der-miyân-ı gayret olmak = Bir işe canla başla girişmek. Bir işe cidden teşebbüs eden: Dâmen der-miyân-ı gayret oldu.
(i.) (eski Türkçe olup Farsça’ya geçmiştir). 1. Bir cismin üzerine bir nişan ve alâmet basmak üzere kuru, yahut mürekkep ve boya ile ve soğuk, yahut kızgın olarak kullanılan mühür gibi demir yahut pirinç veya tahta vesaireden Alet: Damga vurmak, damga basmak: Hayvana kızgın damga ile numara basmak. 2. Böyle bir Aletle vurulan nişan ve alâmeti: Altın damga, kızıl damga, kabartma damga, kurşun damga: O hayvanın sağrısında bir damga var. Resmî kâğıtların başında damga olur. Altında damgan yok = İçyüzü bilinmeyen. Tepe damgası = Çocuğun başı tepesindeki yumuşak yer, bıngıldak.
(f.). Bir sıvıyı, buharlaştırdıktan sonra soğutarak, yabancı maddelerden arınmış bir halde yeniden sıvı haline getirmek, inbikten geçirmek. Osm. taktir etmek.
(kulakotu): Damkoruğugillerden ılık iklimlerde yetişen bir bitkidir. Çiçekleri kırmızıdır. Yaprakları etli ve çiçeklerin dibindedir. Haziran - Ağustos ayları içinde toplanır. Çoğu zaman taze halde kullanılır. Kullanıldığı yerler: Basur memelerini giderir. Nasırları söker.
(i.). 1. Bir sıvıdan bir küçük küre teşkil edip düşen miktar. Ar. katre: Bir damla su, bir damla yağmur düşmedi. 2. damla ile akıtılan ilâç: Doktorun gözüme verdiği damlalar iyi geldi. 3. Yüreğe birdenbire gelen bir çeşit inme ki halk bir damla kan damlamasına hamleder, sekte-i kalb (kalb sektesi): Damla gelmiş. Damlaya tutuldu, mec. Bir damla = Pek az: Bana bir damla su vermediler. Damla damla = Azar azar, katre katre. Damla sakın — Sakızın saf ve iyisi. Damla yakut = Yakutun pek güzel renklisi, donuk olmayan, en beğenileni.
(i.). 1. Damın saçağı altına gelen aralık yer ki damın yağmuru oraya damlar. 2. Damla hesabiyle alınacak ilâcı damlatıp damlalarını saymaya mahsus lastik ve şişe borucuklardan mürekkep veya birer damladan fazla akıtmayan küçük bir şişeden ibaret Alet.
(f.). 1. Damla damla akmak. Osm. takattür etmek: Gözlerinden yaş damlıyordu, tavandan yağmur suyu damlıyor. 2. Ansızın, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmak: Biz konuşurken o da damlayıverdi. 3. Az yağmak: Biraz yağmur damladı. Akmazsa da damlar = Çok gelmezse de bütün bütün de eksilmemiştir. Hiç yok değildir. Burnundan damlamak = Çok benzemek. Burnundan kan damlamak = Çok sıkıntı çekmek.
(f.). 1. Damla damla akıtmak: Bir fincan suya biraz lokman ruhu damlatmelı. 2. Damla ile ilâç koymak: Gözüme bir ilâç damlattı. 3. Bir sıvıyı ısı ile buhara çevirip inbik vasıtasiyle yeniden sıvı hâline geçirmek ki, bu iş, o maddenin tasfiyesine de hizmet eder. Osm. taktir etmek: Şarabı damlatmak.
(s). melun; mahkum; Allahın belâsı. Damned if I know. Bilmem, Biliyorsam kahrolayım damnedest (s)., (i)., (k).dili en lânetli; çok şaşırtıcı; (i). en iyisi, en gayretlisi. He did his damnedest to please them. Onları memnun etmek için elinden geleni yapt
(s)., (i)., (f). nemli, rutubetli, yaş; (i). nem, rutubet; kömür ocaklarında hâsıl olan zararlı bir gaz; (f). boğmak, söndürmek; yavaşlatmak, durdurmak; ıslatmak, nemlendirmek. damp down ağır yansın diye ateş üzerine yaş kömür vb'ni dökmek, küllemek; sin
That which damps or checks; as: A valve or movable plate in the flue or other part of a stove, furnace, etc., used to check or regulate the draught of air. A contrivance, as in a pianoforte, to deaden vibrations; or, as in other pieces of mechanism, to ch
a movable iron plate that regulates the draft in a stove or chimney or furnace. a device that decreases the amplitude of electronic, mechanical, acoustical, or aerodynamic oscillations. a depressing restraint; 'rain put a damper on our picnic plans'.
A device that is located in ductwork to adjust air flow There are basically two types of dampers: manual and motorized A manual damper generally consists of a sheet metal flap, shaped to fit the inside of a round or rectangular duct By rotating a handle l
Found in ductwork, this movable plate opens and closes to control airflow Dampers can be used to balance airflow in a duct system They are also used in zoning to regulate airflow to certain rooms.
Normally a piece of felt, action cloth, or leather mounted to a jack which damps the string when the key is released Occasionally the overhead dampers of the sort found in grand pianos are used.
Part of the suspension connected to the bottom of the cone at the voice coil that centers the voice coil in the air gap It is sometimes referred to as the spider 4.
A type of 'valve' used in ductwork that opens or closes to control airflow Used in zoning to control the amount of warm or cold air entering certain areas of your home.
Adheres or is sprayed onto relatively thin metal panels so as to extract energy when panels flex Lowers 'Q' of each panel mode Goal: to reduce air low -induced vibration and radiated noise.
Found in duct work, this movable plate opens and closes to control airflow Dampers are used effectively in zoning to regulate airflow to certain rooms.
Valve for controlling airflow When ordering registers, make sure each supply outlet has a damper so the air flow can be adjusted and turned off Dampers maybe either manually or automatically operated Automatic dampers are required for exhaust air ducts.
The mechanically adjusted mechanism located at the discharge end of a ventilating system located in the ceiling or floor The damper adjustor will regulate the volume of air being discharged.
A venting device in fireplaces used to control combustion, prevent heat loss, and redirect downdrafts. device used to damp out coherent transverse beam oscillations. a mechanical device in HVAC systems that varies airflow through an air outlet, inlet, or
(i). soba borusu anahtarı, sürgü, kapak; (müz). sindirici, pedal; çalgının sesini kesmeye mahsus bir çeşit yastık; (mak). ses titreşimini veya elektronik sinyalleri azaltan araç.
Dissipation of oscillatory or vibratory energy with motion or with time Critical damping Cc is that value of damping that provides most rapid response to a step function without overshoot Damping ratio is a fraction of Cc.
Causing vibrations to stop, usually by the use of friction In suspension systems, this is commonly done either by direct rubbing friction, or by pistons forcing fluids through small openings.
Refers to the ability of an audio component to 'stop' after the signal ends For example, if a drum is struck with a mallet, the sound will reach a peak level and then decay in a certain amount of time to no sound An audio component that allows the decay t
The reduction of the magnitude of resonance by the use of some type of material The damping material converts' sound to energy, then disperses the energy by converting it to heat. the reduction of movement of a speaker cone, due either to the electromecha
The manner in which the pointer settles at its steady indication after a change in the value of the measured quantity There are two general classes of damped motion, as follows: Periodic, in which the pointer oscillates about the final position before com
The process of applying water to the lithographic plate on a litho printing machine Also the application of moisture to paper in preparation for a subsequent process, e g supercalendering.
(i.). 1. Fıkır fıkır ederek sesle kaynamak: Su fıkırdadı. 2. Süratle ve her taraftan oynamak: Deniz şiddetle fıkırdamaya başladı. Karıncalar her taraftan fıkırdıyor. 3. Göz alacak surette parıldamak: Camekânın renkli camları güneşten fıkırdamaya başladı. 4. Hoppalığı sebebiyle yerinde duramamak.
s, i esaslı, asli, önemli, mühim; birinci, temele ait, kaideye ait; muz esası bassoda bulunan; i esas, temel; müz en pes nota fundamental rights temel haklar fundamentally z esasen, esas itibariyle
A person who thinks that a corporation's security prices are determined by its future earnings and dividend abilities Besides studying a corporation's financial data, they will also examine its industry and how the economy will affect the company's core b
1. Kurulu düzenin temellerini dinî kural ve inançlar doğrultusunda değiştirip uygulamadan yana olan tutum veya öğreti. 2. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika’da ortaya çıkan protestan kökenli dinî akım.
(i. A. c) (m. hâdim). 1. Hâdimler, hizmet edenler. 2. Cinci hocaların toplayıp gûyâ kendilerine hizmet ettirdikleri cinlere de denir: Hüddâmlı hoca. (bk.) HAdim.
(ka ile) (i. A. «kadem» den masdar) (c. ikdâmât). Bir işte ayak direme: ikdâmât ile muvaffak oldu (Arapça’ da tam olarak bu mânâya gelmeyip, ilerlemek ve ilerlemeye çalışmak mânâsındadır).
Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.
Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.
Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.
Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.
Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir. Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.
Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça atardamarlarımızı pek göremezsiniz.
Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan toplardamarlardır. Tabii ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine bilinen kan rengine dönüşür.
Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.
Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.
Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.
Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.
Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir. Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.
Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça atardamarlarınızı pek göremezsiniz.
Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan toplardamarlardır. Tabi ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine bilinen kan rengine dönüşür.
cackle. chortle. chuckle. giggle. titter. to giggle. to chuckle. to chortle. to titter. to cackle. to freeze. to be very cold. to die. to croak. to pop off. to kick the bucket.
(cryptogamae): Damarlı çiçeksiz bitkilerdendir. 100 kadar çeşidi vardır. Kibritotları, atkuyrukları ve eğreltiotları bu familyadandır. Yol kenarlarında ve kumlu topraklarda yetişirler. Kullanıldığı yerler: Burun kanamasını keser. Kesiklerde ve çıbanda faydalıdır. Balla karıştırılıp yenecek olursa, nefes darlığını giderir. Yaraları iyileştirir. Kandaki şeker miktarını düşürür.
A gentlewoman; an appellation or courteous form of address given to a lady, especially an elderly or a married lady; much used in the address, at the beginning of a letter, to a woman.
(i. Fr. madame). 1. Avrupalı hanım, evlenmiş Avrupalı kadın: Bir madam geldi. 2. Zevce, eş: Filan mösyö, madamıyla beraber geldi (Fransızca’da kadınlar için kullanılan umumî saygı tâbiridir ve «efendim» mânâsına gelir).
(A. terkip) (mâ = bağlama edatı, dâm = «devâm»dan). 1. Daim ve bâkî oldukça. Midâmül-hayât = Sağ oldukça, ömrü oldukça. 2. Çünkü: Madem görmek istiyorsunuz, gelin, görün. Bu mânâ ile bazen «ki» edatını da alır: Mademki böyle istiyorsunuz, böyle olsun.
(f.). 1. Mır mır etmek, yavaş yavaş ve kendi kendine söylenmek: Bir çocuk kendi kendine mırıldayıp, mırıldanıp duruyordu. 2. Hoşnut olmadığı halde açıktan bir şey söylemeyip de kendi kendine söylenmek, homurdanmak: Arkadaşları memnun olup teşekkür ettikleri halde kendisi mırıldanarak gitti. Artık sen de mırıldayıp durma.
(f. ses taklidi). 1. Uçuşan böcekler gibi ince bir sesle gürültü etmek: Sivrisinekler vızlayıp, vızıldayıp duruyordu. 2. Yavaş bir sesle fakat durmadan şikâyet etmek, sızlanıp durmak: Artık sen de vızıldayıp durma.
(Tür.) 1.Kılavuz, rehb(Erkek İsmi) 2.Beceri, yatkınlık. 3.Gelenek, görenek. 4.Anlayış, yerinde davranış. 5.Kural, yöntem, düzen. - Erkek ve kadın adı olarak kullanılır.