1564 yılında Fransa Kralı IX. Charles, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. O zamanki iletişim şartlarında bazı insanların bundan haberi olmadı, bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerine devam ettiler. l Nisan’da partiler düzenlediler, birbirlerine hediyeler verdiler.
Diğerleri ise bunları Nisan aptalları olarak nitelendirip bu güne ‘Bütün Aptalların Günü’ adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haberler ürettiler.
Yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup, Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar l Nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başladılar. Adeti gittikçe süsleyerek, zenginleştirerek ve yaygınlaştırarak devam ettirdiler. Bu adetin İngiltere’ye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürdü, oradan da Amerika’ya ve bütün dünyaya yayıldı.
1 Nisan şakalarının sembolünün ‘Nisan Balığı’ olmasının nedeni ise Mart ayının sonlarına doğru, Güneş’in Balık Burcu’nu terk ediyor olmasıdır.
tıp ak kan yangısı
Lenf düğümleri iltihabı.
1. ekon. güven yazısı, 2. ekon. kredi mektubu
1. Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka bankada veya aracısında açtırılan hesap. 2. Bankaların veya mali kuruluşların müşterilerine ticari işlemlerle ilgili kredi hesabı açtırmak için şubelerine veya muhabirlerine gönderdikleri yazı.
1. güncel, 2. fel. edimsel
1. Günün konusu olan, şimdiki, bugünkü (haber, olay vb.). 2. Edim niteliğinde olan, gerçek olarak var olan.
db. abece
Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harfin bütünü.
abecesel
Alfabe sırasına göre dizilmiş.
ana haber sunucusu
Toplanan haberleri önem derecesine göre değerlendiren ve yayımlayan yetkili sunucu.
uydurma
Gerçek olmayan, gerçekmiş gibi gösterilen haber.
Tedavi için gerekli malzeme : 1- Yoğurt, su. 2- Arpa
Hazırlanışı : 1- Hastanın göğsüne ve sırtına yoğurt sürülür. Kuruduktan sonra ılık su ile ıslatılmış bir bezle silinir. Ayrıca ayran içirilir. 2- Bir avuç arpa, bir litre suda kabukları ayrılıncaya kadar kaynatılır. Limon sıkılır, tadlandırılır. Yudum yudum içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Tentürdiyot, su.
Hazırlanışı : 1 bardak suya 5 damla tentürdiyot katılır, karıştırılır. Gargara yapılır.
- Akut Böbrek İltihabı : Ani olarak ortaya çıkan, titreme, kaburga altlarında ve yanlarında başlayıp, kasıklara kadar yayılan bir ağrı ile kendini gösterir. Sık sık idrara gitmek ihtiyacı duyulur. İdrar çıkarken de yanma ve ağrı hissedilir. İlk önlem olarak belin iki yanına sıcak su torbası konur. Bol su, limonata ve açık çay içilir.
- Kronik Böbrek İltihabı : Akut böbrek iltihabının gereği gibi tedavi edilmemiş olması, kronik böbrek iltihabının başlıca nedenidir. Hastada iştahsızlık, ateş, halsizlik, baş ağrısı, ağrılı idrar etme ve bel ağrıları görülür. Yapılacak ilk iş, bol bol meyva suları içmek ve aşağıdaki reçetelerden birini uygulamaktır. Ayrıca tuz ve hayvani gıdalar azaltılmalıdır.
Tedavi için gerekli malzeme : Kekik, su
Hazırlanışı : 1 çay bardağı kaynak suya, 2 kahve kaşığı kekik konur. 10 dakika bekletildikten sonra, süzülür ve bir kerede içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Elma, papatya.
Hazırlanışı : 1 tane elma külde pişirilir. Sonra ikiye bölünür. Üzerine 5 tane papatya çiçeğinin tozu ufalanıp, boğazın iki yanına konulur, sarılır.
Nüfus: 7.719.000.
Yüzölçümü: 424.164 km2.
Komşuları: Batıda Peru, Şili; Güneyde Arjantin, Paraguay; Doğuda ve Kuzeyde Brezilya.
Önemli Şehirleri: La Paz, Santa Cruz, Cochabamba.
Din: %95 Katolik.
Dil: İspanyolca, Quechua ve Aymara dilleri.
Yönetim Biçimi: Cumhuriyet.
Tarih: İnkalar 13. yy. da bölgeyi ilk sahipleri Kızılderililerden alarak fethettiler. İspanya’nın hakimiyeti 1530’larda başladı ve 6 Ağustos 1825’e kadar sürdü, ülkenin ismi bağımsızlık savaşçısı Simon Bolivar’dan esinlenerek konuldu. 1879-1935 yılları arasında süren bir dizi savaşta Bolivya; Pasifik sahilini Şili’ye petrol yataklarına sahip Chaco’yu Paraquay’a ve kauçuk yetiştirilen bölgelerini de Brezilya’ya bıraktı. Özellikle maden işçileri arasında başgösteren ekonomik huzursuzluk, uzun süredir devam eden siyasi istikrarsızlığı besledi. 1951-64 yılları arasında Victor Paz Estensaro başkanlığındaki reformcu hükümet (kalay) madenlerini millileştirdi ve Kızılderili çoğunluğun yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik çabalarda bulunda fakat askeri bir cunta tarafından devrildi. Darbeler ve karşı darbeler askeri cuntanın General Villay’ı devlet başkanı olarak seçtiği 1981 yılına kadar sürdü. 1982 Temmuz’unda askeri cunta büyüyen ekonomik kriz ve dış borç zorlukları arasında iktidarı devraldı. Cunta Ekim’de istifa etti ve 1980’de demokratik yollardan seçilen Kongre’nin iktidara gelmesine izin verdi. Kokainin hammaddesi olan koka üretiminin azaltılması yönündeki Amerikan baskısı, polisle koka üreticileri arasında çatışmalara yol açtı ve Bolivyalılar arasındaki Anti-Amerikan duyguları artırdı.
Tedavi için gerekli malzeme : Limon, su.
Hazırlanışı : 1 su bardağı ılık suya 10 damla limon suyu konup, karıştırılır. Burna azar, azar çekilir. Günde 3 kere tekrar edilir.
Nüfus: 413.000.
Yüzölçümü: 23.200 km2.
Komşuları: Batıda ve Kuzeybatıda Etyopya, Kuzeybatıda Eritre, Güneyde Somali.
Önemli Şehirleri: Cibuti.
Din: %94 Müslüman, %6 Hıristiyan.
Dil: Fransızca, Arapça (resmi).
Yönetim Biçimi: Cumhuriyet.
Tarih: Fransa, 1862-1900 yılları arasında bu toprakların yönetimini aşama aşama ele geçirdi. Etyopya ve Somali bölge üzerindeki iddialarından vazgeçmekle birlikte birbirlerini bölgenin kontrolünü ele geçirmeye çalışmakla suçlamışlardır. 1976’da Afar (Etiyopya asıllı bir grup) ile İssa (Somali asıllılar) arasında çatışmalar oldu. 27 Haziran 1977’de kazanılan bağımsızlığa kadar bölgeye iki ülkeden göçler devam etti.
Çad (Chad).
Başkent: N›Djamena.
Nüfus: 5.467.000.
Yüzölçümü: 1.284.000 km2.
Komşuları: Kuzeyde Libya; Batıda Nijer, Nijerya, Kamerun; Güneyde Orta Afrika Cumhuriyeti; Doğuda Sudan.
Önemli Şehirleri: N›Djamena.
Din: %44 Hıristiyan, %33 Geleneksel İnançlar.
Dil: Fransızca ve Arapça (Resmi Dil) 100 kadar çeşitli diller.
Yönetim Biçimi: Cumhuriyet.
Tarih: Çad, Sahra Çölü oluşmadan önceki dönemlerde paleolitik ve neolitik kültürlerin yaşandığı yerdi. Fransa›nın 1900›lerde kontrolü ele geçirmesine kadar, bir dizi krallık ve Arap köle tacirleri Çad›a egemen oldu. Ülke 11 Ağustos 1960›ta bağımsız oldu. Bir çok ateşkes ve barış andlaşması yapılmasına rağmen, 1966›dan beri kuzey Müslümanları güneydeki Hristiyan hükümete ve Fransız birliklerine karşı savaşmaktadır. Libya yanlısı Çad hükümetinin isteği üzerine Aralık 1980›de Libya askeri birlikleri ülkeye girdi. Birlikler Kasım 1981›de geri çekildi. Hissene Habre liderliğindeki isyancı güçler, Haziran 1982›de başkenti ele geçirerek başkan Goukouni Oueddei›ye ülkeden kaçmak zorunda bıraktılar.
Fransa, 1983›te başkan Habre›ye Libya destekli isyancılarla mücadelesinde yardım etmeleri amacıyla 3000 asker gönderdi. Eylül 1984›te Fransa ve Libya birlikleri Çad›dan eş zamanlı olarak geri çekilmesinde anlaştılar, ancak Libya güçleri Çad güçlerinin onları son büyük kalelerinden de attığı Mart 1987 tarihine kadar kuzeyde kaldılar.
Aralık 1990›da, Habre Libya destekli bir isyancı grup olan Yurtsever Kurtuluş Hareketi tarafından devrildi.
3 Şubat 1994›te Uluslararası Adalet Divanı Libya›nın kendi sınırlarındaki mineral zengini Aazou Şeridi üzerindeki ülkesel hak iddiasını reddetti. Libya birlikleri Mayıs sonunda geri çekildi.
Çek Cumhuriyeti (Czech Republic).
Başkent: Prag.
Nüfus: 10.480.000.
Komşuları: Kuzey›de Polonya, Kuzey ve Batıda Almanya, Güneyde Avusturya, Doğuda ve Güneydoğuda Slovakya.
Önemli Şehirleri: Prag, Brno, Ostrava.
Din: %39.8 Ateist, %39.2 Katolik, %4.6 Protestan.
Dil: Çekçe.
Yönetim Biçimi: Cumhuriyet.
Tarih: 9. yy›da Büyük Morovya İmparatorluğunun parçası olan Bohemya ve Morovya daha sonra Kutsal Roma İmparatorluğunun parçası oldu. Bohemya krallarının yönetiminde, 14. yy.da Prag Orta Avrupa›nın kültür merkezi olmuştur. Bohemya ave Macaristan daha sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun idaresine geçti.
19
birlikte yaşama
Birlikte oturma, bir arada yaşama.
Tedavi için gerekli malzeme : Mersin yaprağı, su.
Hazırlanışı : 4 bardak suya 1 avuç mersin yaprağı konur. 20 dakika kaynatılıp süzülür. Günde 3 kere gargara yapılır.
Tedavi için gerekli malzeme : Tatlı bademyağı.
Hazırlanışı : Sancılar başlayınca bir çorba kaşığı tatlı bademyağı içilir. Ayrıca karın ve tenasül organının çevresi bademyağı ile ovulur.
Vücudumuzun her yanı sinirlerle örtülü olduğu halde sinir hücrelerinin gövdeleri yalnızca beyinde ve omurilikte bulunur. Bütün vücuda dağılmış milyonlarca sinire karşılık beyinden ve omurilikten yalnızca 43 çift sinir çıkar. Bunlar merkezden ayrıldıkları sonra gitgide dallanarak vücudun her yanına dağılırlar.
Refleks bir uyarıya vücudun ani ve otomatik olarak cevap vermesidir. Örneğin elimiz sıcak bir tencereye değdiğinde aniden çekmemiz bir reflekstir. Reflekslerde komuta omuriliktedir. Beyne bilgi gidebilir ama refleks olayında beyin aktif olarak rol oynamaz.
Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak üstüne atarken doktor dizkapağının hemen altına, kası kemiğe bağlayan tendona minik lastik bir çekiçle sertçe vurursa bacağınız ileri doğru fırlar. Bu reflekste de baldır kaslarındaki duyu sinirleri kasın genişlemesine tepki gösterirler ve yeni sinir sinyalleri oluşturarak kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini omuriliğe iletirler.
Omurilik ise bu basınca dayanabilmesi için kasların kasılması gerektiğini bildirir ve bacak tekrar geri hareket eder. Görüldüğü gibi refleks, beynin denetiminden geçmeksizin, yani beyin devrede olmadan, doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleşmiştir.
Diz kapağı refleksinin sınanması özellikle omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren önemli bir tanı yöntemidir. Bu alanda uzmanlaşmış bir doktor basit bir kaç testle sinir sisteminin işleyişine ve ne kadar sağlıklı olduğuna ilişkin pek çok bilgi edinebilir. Çekiçle vurulduğunda bacağın normalden fazla hareket etmesi tümörden kalsiyum eksikliğine kadar bir çok hastalığın habercisi olabilir.
Dize çekiçle vurularak yapılan kontrol tek başına tabii ki yeterli bilgi vermez. Doktorlar bir ön bilgi almak için bu çabuk ve kolay testi yaptıktan sonra vücut üzerinde diğer muayene ve kontrollerine devam ederler.
Bakır tencerelerin, kullanış ve dayanma bakımından iyi olmalarına karşın sık sık kalaylanmaları gerekir. Alimünyum tencerelerin sakıncalı yanları ise kesif soda ve alkali eriyiklerin alimünyum üzerine olan etkileridir. Sıcak-soğuk farkından etkilenip çatlasalar da en sağlıklı tencereler cam (payreks) olanlarıdır. Pişirme sırasında içleri görülebildiğinden sık sık kapaklarının açılması gerekmez, yiyeceğin vitamini kaçmaz.
Düdüklü tencerelerin yan yüzleri basınca dayalı malzemeden yapılır. Kapakları ise ilginçtir. Çevrilince tencerenin ağzını içten sıkı sıkı kapatırlar ve buharın kaçmasına mani olurlar.
Düdüklü tencerenin kapağında herhangi bir patlama tehlikesine karşı, istenen basınca, dolayısıyla pişme derecesine göre ayarlanabilen bir subap vardır. Basınç ayarlananın üstüne çıkınca subap açılır, buhar buradan dışarı kaçar, hızla çıkan buharın çıkardığı düdük sesi de etrafı olaydan haberdar eder. Düdüklü tencere ismini de bu nedenle almıştır.
Düdüklü tencerenin pişirme prensibinde suyun kaynama özelliği yatar. Su 100 derecede kaynar demek tek başına doğru bir ifade değildir. Kaynama sıcaklığı atmosfer basıncı ile doğrudan ilgilidir. Basınç atmosfer basıncından düşükse, su daha düşük sıcaklıklarda da kaynayabilir veya basınç atmosfer basıncından yüksekse suyun kaynaması için daha yüksek sıcaklıklar gerekir.
Normal tencere ısıtıldığında su 100 derecede kaynar ve tüm su kaynayana kadar bu sıcaklık sabit kalır, yemek de bu sıcaklık da pişer. Düdüklü tencerede ise buhar dışarı kaçamadığından tencerenin içindeki basınç gittikçe artar, dolayısıyla su 100 derecede kaynamaz, tenceredeki sıcaklık 130 dereceye kadar çıkar.
Böylece pişirilmesi istenen besinlerin ısısı suyun kaynama derecesinden çok daha yükseğe çıkar. Bu yüksek sıcaklık yiyeceğe süratle nüfuz ederek, vitamin ve minerallerini kaybetmeden daha çabuk pişmesini sağlar. Bundan dolayı et haşlaması en çok yarım saatte, kuru sebzeler yirmi dakikada pişebilirler.
Gelelim düdüklü tencerenin öyküsüne. 1682 yılının 12 Nisan akşamı Londra’da bir evde kraliyet sosyetesinden bir grup yemek yiyeceklerdir. Bu yemek o güne kadar yenmiş yemeklerden farklıdır çünkü davetlilerden Fransız mucit, 35 yaşlarındaki Deniş Papin, yemeği son buluşu olan, her tarafı kapalı, üzerinde emniyet vanası olan bir kap içinde pişirecektir.
Papin, gazlarla ilgili ana kanunları formüle eden İrlandalı fizikçi Robert Boyle’nin asistanıdır ve kabın içindeki buhar basıncını arttırarak, yemeğin sıvı kısmının kaynama noktasını yükselten bu buluşunu 1679’da gerçekleştirmiştir. Yemekte bulunanlar pişen etten o kadar memnun olmuşlardır ki, bu buharlı tencere süratle yayılmış, hemen hemen bütün yiyeceklerin hatta pasta ve pudinglerin pişirilmelerinde bile kullanılmıştır.
Her icadın ilkinde olduğu gibi, bunda da bazı aksamalar olmuş, emniyet valfı sık sık tutukluk yapmış, güzel bir akşam yemeği yemeye hazırlananlar, tencere patlayınca yiyecekleri duvarlarda seyretmek zorunda kalmışlardır. Bu patlamalar düdüklü tencerenin neredeyse 150 yıl unutulmasına yol açmıştır. Tekrar popüler olması ise Napoleon Bonaparte sayesinde olmuştur.
‘Bir ordu midesi üzerinde hareket eder’ diye bir vecizenin sahibi olan Napoleon askerlerine yiyecek ikmalini sağlıklı yapamamaktan şikayetçi idi. Bu sorunu çözmek için parasal ödül vaat etmesi üzerine Fransız şef Nicholas Appert, Papin’in buluşunu geliştirerek günümüzdekine benzer pratik bir düdüklü tencere yapmış ve tekrar yaygın olarak kullanılmasını sağlamıştır.
Buğday, tarih boyunca bereket, doğurganlık ve mutluluğun sembolü olduğundan başlangıçta, düğün törenlerinde, iyi temenniler gelinin başına buğday dökülerek sunuluyordu. Evlenmemiş veya evlenmeyi bekleyen genç kızlar, kısmetleri açılsın diye bu buğday duşunun kendilerinin de başlarına isabet etmesi için uğraşırlardı. Tıpkı günümüzde, gelinin elindeki buketten fırlattığı çiçekleri aynı inanışla yakalamaya çalışan genç kızlar gibi.
Romalılar devrinin başlangıcında aşçılar çok saygın bir meslek grubunu oluşturuyorlardı ve bu aşçılar milattan yaklaşık 100 yıl önce adeti biraz değiştirdiler. Bu buğdaylarla küçük, tatlı kekler yaptılar. Kekler şüphesiz gelinin başına atmak için değil, yemek içindi, ama bir şey atmayı alışkanlık haline getirenler bu tatlı kekleri de gelinin başına atmaya devam ettiler.
Daha sonraları bu adetin devamı olarak, düğüne getirilen keklerin bereket getirmesi için gelinin başı üstünde ufalanması, ardından da evlenen çiftin bu kek kırıntılarını birlikte yemesi gibi bir adet başladı. Zaman geçtikçe misafirler de evlerinden getirdikleri fındık, fıstık, kurutulmuş meyveler ve bala bulanmış bademlerle düğün törenine katkıda bulunmaya başladılar.
Adet hızla Avrupa’nın batısına, oradan da İngiltere’ye geçti. İngiliz aşçılar kekleri bir çeşit biraya batırıp kendilerine has düğün pastalarını yarattılar. Ortaçağın başlarında ise bu adet bir süre unutuldu. Gelinin başına buğday ve pirinç dökülmesi tekrar moda oldu.
Ne zaman ki, dekoratif ve süslü bisküviler, yağlı çörekler ortaya çıktı, adet yine değişti. Misafirler bunları evlerinde yapıp düğüne getirmeye başladılar. İngiltere’de ise bu getirilenler üst üste yığılmaya başlandı. Yiyecek yığını ne kadar yüksekse o kadar iyi, o kadar çok bereket habercisi idi. Evlenen çift bu yığının üzerinden birbirlerini öptükten sonra öncelik gelinde olmak üzere yiyecek tepeciğinin yenilmesine başlanıyordu.
İngiliz ve Fransız aşçılar arasındaki yaratıcılık, en iyi, en dekoratif ve en lezzetli pastayı yapma yarışı süreci içinde düğün pastası adeti de yayıldıkça yayıldı, düğün törenlerinin olmazsa olmazları arasına girdi.
Buğday, tarih boyunca bereket, doğurganlık ve mutluluğun sembolü olduğundan başlangıçta, düğün törenlerinde, iyi temenniler gelinin başına buğday dökülerek sunuluyordu. Evlenmemiş veya evlenmeyi bekleyen genç kızlar, kısmetleri açılsın diye bu buğday duşunun kendilerinin de başlarına isabet etmesi için uğraşırlardı. Tıpkı günümüzde, gelinin elindeki buketten fırlattığı çiçekleri aynı inanışla yakalamaya çalışan genç kızlar gibi.
Romalılar devrinin başlangıcında aşçılar çok saygın bir meslek grubunu oluşturuyorlardı ve bu aşçılar milattan yaklaşık 100 yıl önce adeti biraz değiştirdiler. Bu buğdaylarla küçük, tatlı kekler yaptılar. Kekler şüphesiz gelinin başına atmak için değil, yemek içindi, ama bir şey atmayı alışkanlık haline getirenler bu tatlı kekleri de gelinin başına atmaya devam ettiler.
Daha sonraları bu adetin devamı olarak, düğüne getirilen keklerin bereket getirmesi için gelinin başı üstünde ufalanması, ardından da evlenen çiftin bu kek kırıntılarını birlikte yemesi gibi bir adet başladı. Zaman geçtikçe misafirler de evlerinden getirdikleri fındık, fıstık, kurutulmuş meyveler ve bala bulanmış bademlerle düğün törenine katkıda bulunmaya başladılar.
Adet hızla Avrupa’nın batısına, oradan da İngiltere’ye geçti, İngiliz aşçılar kekleri bir çeşit biraya batırıp kendilerine has düğün pastalarını yarattılar. Ortaçağın başlarında ise bu adet bir süre unutuldu. Gelinin başına buğday ve pirinç dökülmesi tekrar moda oldu.
Ne zaman ki, dekoratif ve süslü bisküviler, yağlı çörekler ortaya çıktı, adet yine değişti. Misafirler bunları evlerinde yapıp düğüne getirmeye başladılar. İngiltere’de ise bu getirilenler üst üste yığılmaya başlandı. Yiyecek yığını ne kadar yüksekse o kadar iyi, o kadar çok bereket habercisi idi. Evlenen çift bu yığının üzerinden birbirlerini öptükten sonra öncelik gelinde olmak üzere yiyecek tepeciğinin yenilmesine başlanıyordu.
İngiliz ve Fransız aşçılar arasındaki yaratıcılık, en iyi, en dekoratif ve en lezzetli pastayı yapma yarışı süreci içinde düğün pastası adeti de yayıldıkça yayıldı, düğün törenlerinin olmazsa olmazları arasına girdi.
Bu şarkı yaratılırken doğum günlerinde söyleneceği kimsenin aklına gelmemişti. 1893’de ABD’de, Kentucky’de öğretmen iki kız kardeşin, öğrencilerinin sabahları söylemeleri için besteledikleri bu şarkının orijinal adı da ‘Good Morning to All’ yani ‘Herkese Günaydın’ idi.
Kardeşlerden şarkının müziğini yapan Mildred Hill aynı zamanda kiliselerde org, konserlerde piyano çalıyordu. Şarkının sözlerini ise Mildred’in dokuz yaş küçük kız kardeşi Patty yazmıştı. Mildred 1916’da 57 yaşında öldükten birkaç yıl sonra bestelediği şarkı ‘Happy Birthday’ (Mutlu doğum günü) adı altında söylenmeye başlanacaktı.
Hill kardeşler şarkının telif haklarını 1893 yılında almışlardı. Ancak Robert Coleman isimli biri, şarkının bestesini kullanarak sözlerini ‘Happy birthday to you’ olarak değiştirdi. Şarkı zaman içinde o kadar yayıldı ki bestecileri bile unutuldu.
Ne zaman şarkı doğum günü formatında Broadway’de, bir müzikalde kullanılmaya başlandı, o güne kadar sesi çıkmayan üçüncü kardeş Jessica mahkemeye başvurdu. Bestenin gerçekten kendilerine ait olduğunu ispat etti ve şarkının tüm haklarına ailesinin sahip olmasını sağladı. Bundan böyle şarkının ticari amaçla kullanıldığı her yerde Hill ailesine telif hakkı ödenmesi gerekecekti. Bu haber tüm dünyayı şok etti. Telefonla yarım milyon insana doğum günlerinde melodiyi dinleten tanıtım ve pazarlama şirketleri bundan vazgeçtiler, müzikaller bu parçayı ya repertuarlarından çıkarttılar ya da şarkı şeklinde değil de düz okuma veya şiir şeklinde söylettiler.
Onlar telif hakkı ödememek için yollar ararken Dr. Patty Hill, 78 yaşında, uzun bir hastalıktan sonra ama şarkısının dünya çapında bir doğum günü adeti olduğunu gördükten sonra öldü.
Günümüzde bu şarkının telif hakkı Warner/Chappel Müzik Şirketi’ne geçmiştir. Ticari amaçla kullanıldığı her yerde şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır. Bu miktarın yılda l milyon dolara yakın olduğu tahmin edilmektedir. Doğum günü kutlayacakların bilgilerine sunulur.
Bu şarkı yaratılırken doğum günlerinde söyleneceği kimsenin aklına gelmemişti. 1893’de ABD’de, Kentucky’de öğretmen iki kız kardeşin, öğrencilerinin sabahları söylemeleri için besteledikleri bu şarkının orijinal adı da ‘Good Morning to All’ yani ‘Herkese Günaydın’ idi.
Kardeşlerden şarkının müziğini yapan Mildred Hİll aynı zamanda kiliselerde org, konserlerde piyano çalıyordu. İarkının sözlerini ise Mildred’in dokuz yaş küçük kız kardeşi Patty yazmıştı. Mildred 1916’da 57 yaşında öldükten birkaç yıl sonra bestelediği şarkı ‘Happy Birthday’ (Mutlu doğum günü) adı altında söylenmeye başlanacaktı.
Hill kardeşler şarkının telif haklarını 1893 yılında almışlardı. Ancak Robert Coleman isimli biri, şarkının bestesini kullanarak sözlerini ‘Happy birthday to you’ olarak değiştirdi. İarkı zaman içinde o kadar yayıldı ki bestecileri bile unutuldu.
Ne zaman şarkı doğum günü formatında Broadway’de, bir müzikalde kullanılmaya başlandı, o güne kadar sesi çıkmayan üçüncü kardeş Jessica mahkemeye başvurdu. Bestenin gerçekten kendilerine ait olduğunu ispat etti ve şarkının tüm haklarına ailesinin sahip olmasını sağladı. Bundan böyle şarkının ticari amaçla kullanıldığı her yerde Hill ailesine telif hakkı ödenmesi gerekecekti.
Bu haber tüm dünyayı şok etti. Telefonla yarım milyon insana doğum günlerinde melodiyi dinleten tanıtım ve pazarlama şirketleri bundan vazgeçtiler, müzikaller bu parçayı ya repertuarlarından çıkarttılar ya da şarkı şeklinde değil de düz okuma veya şiir şeklinde söylettiler.
Onlar telif hakkı ödememek için yollar ararken Dr. Patty Hill, 78 yaşında, uzun bir hastalıktan sonra ama şarkısının dünya çapında bir doğum günü adeti olduğunu gördükten sonra öldü.
Günümüzde bu şarkının telif hakkı Warner/Chappel Müzik İirketi’ne geçmiştir. Ticari amaçla kullanıldığı her yerde şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır. Bu miktarın yılda l milyon dolara yakın olduğu tahmin edilmektedir. Doğum günü kutlayacakların bilgilerine sunulur.
Belirtileri : Mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülür. Midenin üzerine bastırlınca da ağrı hissedilir. Bu belirtiler özellikle ilk bahar ve son bahar aylarında artar.
Tedavisi : Perhiz ve istirahat şarttır. Hastalığı doğuran nedenler ortadan kaldırılır. Hafif yiyecekler yenir. Aspirin gibi ilçlar kullanılmaz. Yemekler, yavaş yavaş ve çok çiğnenerek yenir. Ayrıca aşağıdaki reçeteler de uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Nane, su.
Hazırlanışı : 1 çay bardağı kaynak suya, 1 kahve kaşığı kuru nane konur. 10 dakika bekletilip süzülür. Yemeklerden sonra içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Susam, su.
Hazırlanışı : 1 kahve kaşığı susamın üzerine 5 damla su dökülür. Karıştırılıp göz kapaklarının üzerine sürülür. Yarım saat sonra ılık su ile yıkanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Meyan kökü, su.
Hazırlanışı : 4 bardak suya, 50 gram meyan kökü konur. 15 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 3 kere, birer çay bardağı içilir.
Konum: Karayipler’de, Karayip Denizi ve Atlas Okyanusu arasında, Trinidad ve Tabago’nun kuzeyinde yer almaktadır.
Coğrafi konumu: 12 07 Kuzey enlemi, 61 40 Batı boylamı.
Haritadaki konumu: Orta Amerika ve Karayipler.
Yüzölçümü: 344 km².
Kara komşuları: 0 km.
Kıyı şeridi: 121 km.
İklim: tropikal; kuzeybatıdan daima rüzgarlar esmektedir.
Arazi yapısı: Orta kısmında volkanik özellik taşıyan dağlar yer alır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Karayip Denizi 0 m.
en yüksek noktası: Saint Catherine Dağı 840 m.
Doğal kaynakları: Kereste, tropikal meyveler.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %5.88.
ekinler: %29.41.
Diğer: %64.71 (2005 verileri).
Doğal afetler: Haziran - Kasım ayları arası kasırga mevsimidir.
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 89,703 (Temmuz 2006 verileri).
Nüfus artış oranı: %0.26 (2006 verileri).
Mülteci oranı: -12.59 mülteci/1,000 nüfus (2006 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 14.27 ölüm/1,000 doğan bebek (2006 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 64.87 yıl.
Erkeklerde: 63.06 yıl.
Kadınlarda: 66.68 yıl (2006 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 2.34 çocuk/1 kadın (2006 tahmini).
Ulus: Grenadalı.
Nüfusun etnik dağılımı: siyahlar %82, kuzey Asyalılar ve Avrupalılar, azınlık olarak Arawaklar/Karayip Kızılderilileri.
Din: Roma Katolikleri %53, Anglikan %13.8, diğer Protestanlar %33.2.
Dil: İngilizce (resmi), Fransız kökenliler.
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %96.
erkekler: %96.
kadınlar: %96 (2003 verileri).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi adı: Grenada.
Yönetim biçimi: Meşruti Monarşi.
Başkent: Saint George’s.
İdari bölümler: 6 bölge ve 1 bağımsız bölge; Carriacou ve Petit Martinique, Saint Andrew, Saint David, Saint George, Saint John, Saint Mark, Saint Patrick.
Bağımsızlık günü: 7 Şubat 1974 (İngiltere’den).
Milli bayram: Bağımsızlık günü, 7 Şubat (1974).
Anayasa: 19 Aralık 1973.
Hukuk sistemi: İngiliz hukuku temel alınmıştır.
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: ACP (Afrika - Karayip - Pasifik Ülkeleri), C, Caricom (Karayipler Topluluğu ve Ortak Pazarı), CDB (Karayipler Kalkınma Bankası), ECLAC (Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karayipler Komisyonu), FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICFTU (Uluslararası Serbest Ticaret Birlikleri Konfederastonu), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Interpol (Uluslararası Polis Teşkilatı), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), ITU (Uluslararası Haberleşme Birliği), LAES, NAM, OAS (Amerika Devletleri Teşkilatı), OECS (Doğu Karayip Devletleri Teşkilatı), OPANAL, OPCW (K
Konum: Kuzey Amerika’nın kuzeyinde, Kuzey Buz Denizi ile Atlas Okyanusu arasında, Kanada’nın kuzeyinde yer almaktadır.
Coğrafi konumu: 72 00 Kuzey enlemi, 40 00 Batı boylamı.
Haritadaki konumu: Arktik Bölge.
Yüzölçümü: 2,166,086 km².
Kara komşuları: 0 km.
Sınırları: 44,087 km.
İklimi: Kuzey kutbu iklimi. Ortalama sıcaklığın 7 C olmasına karşın iklim kuru ve güneşlidir. Kışlar soğuktur ve buzlu bölgelerde sıcaklık yazın bile donma noktasının altındadır.
Arazi yapısı: Ülkenin beşte dördü buz tabakasıyla kaplı olup adanın ortalarına doğru buzlar bir hayli irtifa kazanır ve ada, kocaman bir beyaz kubbe görünümü alır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Atlas Okyanusu 0 m; en yüksek noktası: Gunnbjorn 3,700 m.
Doğal kaynakları: Çinko, kurşun, demir, kömür, molibden, altın, platin, uranyum, balık, fok balığı, balina, hidro enerji, petrol ve doğal gaz.
Coğrafi Not: Grönland Buz Katmanı, Antarktika`dan sonra dünyanın ikinci büyük buz kütlesidir.
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 56,361 (Temmuz 2006 verileri) Nüfusun büyük kesimi batı kıyısındaki küçük kasabalarda yaşar.
Nüfus artış oranı: %-0.03 (2006 verileri).
Mülteci oranı: -8.37 mülteci/1,000 nüfus (2006 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 15.4 ölüm/1,000 doğan bebek (2006 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 69.94 yıl.
Erkeklerde: 66.36 yıl.
Kadınlarda: 73.6 yıl (2006 veriler).
Ortalama çocuk sayısı: 2.4 çocuk/1 kadın (2006 tahmini).
HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 100 (1999).
Ulus: Grönlandalı.
Nüfusun etnik dağılımı: Grönlandalı %88, Danimarka ve diğerleri %12 (Ocak 2000).
Din: Evangelist Luthercilik.
Diller: Grönlandaca (Eskimo dialekti), Danimarkaca, İngilizce.
Yönetimi
Ülke adı: Geleneksel adı: Grönland.
yerel adı: Kalaallit Nunaat.
ingilizce: Greenland.
Bağımsızlık durumu: Grönland, Danimarka Krallığı’na bağlı bir adadır. Grönland’ın savunmasında ve dışişlerinde Danimarka söz sahibi olmakla beraber Grönlandlılar 1979’da yer alan bir anlaşma sonunda içişlerinde krallığa bağlı olmaktan kurtuldular.
Yönetim biçimi: Federal Demokrasi.
Başkent: Nuuk (Godthab).
İdari bölümler: 3 bölge; Avannaa (Nordgronland), Tunu (Ostgronland), Kitaa (Vestgronland).
Bağımsızlık günü: yok (Danimarka Krallığı’na bağlıdır).
Milli bayram: Haziran 21 (en uzun gün).
Anayasa: 5 Haziran 1953 (Danimarka Anayasası).
Hukuk sistemi: Danimarka.
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: ICC (Milletlerarası Ticaret Odası), NC, NIB (İskandinavya Yatırım Bankası).
Ekonomik Göstergeler
Ekonomiye genel bakış: Topraklarının ancak %1’i tarıma elverişli olduğundan buranın yerlileri olan Eskimolar balıkçılık ve avcılıkla geçinmektedir.
GSYİH: Satınalma Gücü paritesi - 1.1 milyar $ (2001 veriler).
Enflasyon oranı (tüketici fiyatlarında): %1.6 (1999 veriler).
İş gücü: 24,500 (1999 veriler).
İşsizlik oranı: %10 (2000 veriler).
Endüstri: Gıda maddeleri, el sanatları, post, küçük tersaneler.
Elektrik üretimi: 295 milyon kWh (2004).
Elektrik tüketim
Aslında horozlar gün boyu öterler ama gün ağarırken ötmeleri daha kuvvetli, daha canlıdır. Ortalık da iyice sessiz olunca çok uzaklardan bile duyulabilir. Horozların ötüş tempoları öğleden sonra saat 3’e doğru düşer. Horozların ötmeye başlamaları tam şafak vakti veya çok az öncedir.
Gerek doğan Güneş’in ışığının etkisini gerekse yine aynı zamanda ötmeye başlayan diğer kuşların seslerinin etkilerini ölçmek amacıyla horozlar ışık ve ses geçirmez bir bölmeye konulmuşlar ama yine aynı saatte ötmeye başladıkları görülmüştür. Buradan da sabah sabah ötmenin horozun biyolojik saatinde ayarlanmış olduğu anlaşılıyor.
Sabah Güneş doğarken ötmek sadece horozlara mahsus değildir. Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasındandır.
Kuşların büyük çoğunluğu da aynı saatlerde dallarda koro halinde ve kuvvetlice öterler. Gün boyu kuşlardan duyabileceğiniz en büyük ses hacmi bu saatlere rastlar.
Bu sabah ötüşünün nedeni kuşun kendi hakimiyeti altındaki alanı belirtmesidir. Horoz da her ne kadar uçamasa da bir kuş türü olduğundan onun da sabah ötüş nedeni aynidir. ‘Her horoz kendi çöplüğünde öter’ ifadesi bu bakımdan çok doğrudur. Öterek o gün boyu kendi alanı içinde olan kümesin ve tavukların yanına kimsenin özellikle diğer horozların yaklaşmamasını ikaz eder.
Gerek horozun gerekse diğer kuşların gün içinde ötmelerinin nedeni ise farklıdır. Bu ötüşler, yiyeceği, tehlikeyi haber veren, diğerlerinin gözden kaybolmamaları için ‘ben buradayım’ mesajını veren, zaman zaman da aşkını ifade eden iletişim ötüşleridir.
Tedavi için gerekli malzeme : Nane, su.
Hazırlanışı : 1 bardak sıcak suya 1 tutam nane konur. 10 dakika bekletildikten sonra süzülür. Tamamı bir kerede içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Arpa, su.
Hazırlanışı : 4 bardak suya 2 çay bardağı dolusu arpa konur. 15 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 3 kere, birer kahve fincanı içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Tuz, su.
Hazırlanışı : 1 bardak suya 1 tatlı kaşığı sofra tuzu konur. Eriyinceye kadar karıştırılıp gargara yapılır.
Tedavi için gerekli malzeme : Nane, sirke, su.
Hazırlanışı : Bir su bardağı kaynak suya 1 kahve kaşığı kuru nane konur. 10 dakika bekletildikten sonra süzülür. Suyuna bir kahve kaşığı saf sirke ilave edilip, içilir.
Karaciğerin görevi :
- Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1 litre) safra salgılar.
- Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.
- Vücudun ısısını ayarlar.
- Vücudun ihtiyacı olan su ve vitaminleri yapar.
- Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar. Kan miktarını ayarlar.
- Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.
Karaciğer yukarıda belirtilen görevlerinden herhangi birini yapamaz hale gelecek olursa, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Bunların en önemlileri, karaciğer yetersizliği, karaciğer iltihaplanması, karaciğer sirozu, safra kesesi iltihabı ve safra kesesi taşıdır.
Karaciğer Hastalıklarının Ortak Belirtileri :
Hasta, sağ böğründe ağrı hisseder. Bağırsaklarında fazla miktarda gaz vardır. Karnı şişer, anüsten çıkan gaz pis kokar. Cilt rengi ve bazen de göz akı sararır. Yüzünde ve ellerinde çil gibi lekeler görülür. Hazımsızlıktan şikayet eder. Sabahları dilinde pas ve ağzında acılık hisseder. Nefesi de kokar. Sabah saatlerinde ensede ağrı hisseder. Çarpıntı, iştahsızlık vardır. İdrarın rengi sabahları sarı ve koyu, daha sonraki saatlerde ise, duru ve açıktır. Sık sık idrara gider. Baldır kasları ağrır. El ve ayaklarında şişlik görülür. Geceleri uyumak istemez. Görme ve işitme duyguları da zayıflar. Tedavi maksadıyla aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Zeytinyağı, limonsuyu.
Hazırlanışı : 1 çorba kaşığı saf zeytinyağına, 1 çorba kaşığı yeni sıkılmış limon suyu karıştırılır. Sabahları aç karnına içilir.
- Sabun, çamaşır tozları ve bazı boyaların neden olduğu kaşıntılar.
- Yün veya naylon iyeceklerin neden olduğu kaşıntılar.
- Bazı kimyasal maddelerin neden olduğu kaşıntılar.
- İstiridye, yumurta, süt, çilek, soğan gibi bazı besinlerin neden olduğu kaşıntılar.
- Bazı ilaçların neden olduğu kaşıntılar.
- Şeker, karaciğer, böbrek hastalıkları veya löseminin neden olduğu kaşıntılar.
- Kurdeşen, egzama, su çiçeği, kızamık, kızıl, kızamıkçık veya deri iltihabının neden olduğu kaşıntılar.
- Mantarın neden olduğu kaşıntılar.
- Kıl kurdunun neden olduğu kaşıntılar.
- İshal veya kabızlığın neden olduğu kaşıntılar.
- Sinirlilik ve ruhi sıkıntıların neden olduğu kaşıntılar.
Tedavinin ilk şartı, kaşıntıyı doğuran sebebi bulmaktır. Bu arada mümkün olduğu kadar kaşımamaya gayret edilir. İç hastalıklar dışındaki etkenlerin neden olduğu kaşıntıların tedavisinde aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Erik, sirke.
Hazırlanışı : Sirkeye batırılan erikler kaşınan yerlere sürülür. Günde 3 kere tekrarlanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Dut.
Hazırlanışı : Döküntüler başlamadan önce 250 gram dut yedirmek, döküntülerin çabuk çıkmasına yardımcı olur. Aynı uygulama karadut şurubu ile de yapılabilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Adaçayı, su.
Hazırlanışı : 4 bardak suya 2 tutam adaçayı konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Ilıdıktan sonra gargara yapılır.
1. harf, 2. şifre
1. Dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlerden her biri. 2. Gizli haberleşmeye yarayan işaretlerin tümü.
Konum: Karayipler, Karayip Denizi ve Kuzey Atlas Okyanusu arasında ada devleti, Florida’nın güneyinde yer almaktadır.
Coğrafi konumu: 21 30 Kuzey enlemi, 80 00 Batı boylamı.
Haritadaki konumu: Orta Amerika ve Karayipler.
Yüzölçümü: 110,860 km².
Sınırları: toplam: 29 km.
sınır komşuları: Guantanamo Körfezinde ABD Donanma Merkezi 29 km.
Sahil şeridi: 3,735 km.
İklimi: Ülkede subtropik iklim hakimdir. Yıllık ortalama sıcaklık 26Cº. Ocak ayıyla Ağustos ayındaki sıcaklık arasında az bir fark vardır. Küba’da Haziran-Ekim arasında görülen ve saate 265 km’lik bir hıza ulaşan kasırgalara rastlanır. Mayıs-Ekim arası yağışlı mevsim, Kasım-Nisan arası kuru mevsim görülür. Yaz ortalama sıcaklık; 27.4Cº civarındadır. Ortalama Sıcaklık: 22.2Cº.
Arazi yapısı: Yatık ve inişli çıkışlı ovalar, dik kayalar ve güneydoğuda dağlar yer almaktadır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Karayip Denizi 0 m.
en yüksek noktası: Pico Turquino 2,005 m.
Doğal kaynakları: kobalt, nikel, demir, bakır, manganez, tuz, kereste, silis, petrol, işlenebilir topraklar.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %27.63.
Sürekli ekinler: %6.54.
Diğer: %65.83 (2005 verileri).
Sulanan arazi: 8,700 km² (2003 verileri).
Doğal afetler: Doğu sahillerinde Ağustos - Ekim aylarında kasırgalar ortaya çıkar, kuralıklar genel sorunlardandır.
Coğrafi Not: Karayipler’in en büyük ülkesidir.
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 11,382,820 (Haziran 2006 verileri).
Nüfus artış oranı: %0.31 (2006 verileri).
Mülteci oranı: -1.57 mülteci/1,000 nüfus (2006 tahmini).
Cinsiyet oranı: doğumlarda: 1.06 erkek/kadın.
15 yaş altı: 1.06 erkek/kadın.
15-64 yaşlarında: 1 erkek/kadın.
65 yaş ve üzeri: 0.85 erkek/kadın.
Toplam nüfusta: 0.99 erkek/kadın (2006 verileri).
Bebek ölüm oranı: 6.22 ölüm/1,000 doğan bebek (2006 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 77.41 yıl.
Erkeklerde: 75.11 yıl.
Kadınlarda: 79.85 yıl (2006 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 1.66 çocuk/1 kadın (2006 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.01 (2003 verileri).
HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 3,300 (2003 verileri).
HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 200 den az (2003 verileri).
Ulus: Kübalı.
Nüfusun etnik dağılımı: melez %51, beyaz ırk %37, siyah ırk %11, Çinli %1.
Din: Roma Katolikleri %85 Protestanlar, Musevileri, diğer.
Diller: İspanyolca.
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %97.
erkekler: %97.2.
kadınlar: %96.9 (2003 verileri).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Küba Cumhuriyeti.
kısa şekli : Küba.
Yerel tam adı: Republica de Cuba.
yerel kısa şekli: Cuba.
Yönetim biçimi: Sosyalist Cumhuriyet.
Başkent: Havana.
İdari bölümler: 14 bölge ve 1 belediye; Camaguey, Ciego de Avila, Cienfuegos, Ciudad de La Habana, Granma, Guantanamo, Holguin, Isla de la Juventud, La Habana, Las Tunas, Matanzas, Pinar del Rio, Sancti Spiritus, Santiago de Cuba, Villa Clara.
Bağımsızlık günü: 20 Mayıs 190
Tedavi için gerekli malzeme : Sarımsak, zeytinyağı.
Hazırlanışı : 1 diş sarımsak külde pişirildikten sonra ufalanır. Üzerine 1 kahve kaşığı zeytinyağı ilave edilip, karıştırıldıktan sonra kulak deliğine sokulur.
Tedavi için gerekli malzeme : Sirke.
Hazırlanışı : Kulağa günde 2 kere birer damla saf sirke damlatılır.
Tedavi için gerekli malzeme : Sirke.
Hazırlanışı : 2 su bardağı sirke kaynatılır. Çıkan buhar kağıttan bir huni yardımıyla kulağa verilir.
- Ortakulak İltihabı : Bademcik veya gırtlakta meydana gelen iltihaplar grip, kızamık, kuşpalazı, kızıl gibi hastalıklar ortakulağın iltihaplanmasına neden olabilir. Hastada, yüksek ateş ve kulak ağrısı görülür. Kulağa sıcak pansumanlar yapmak, ağrıları dindirir.
- Kulak Arkasındaki Kemiğin İltihabı : Nedeni, genellikle ortakulaktaki iltihabın, kulak arkasındaki kemiğe doğru yayılmış olmasıdır. Hastada ateş, kulak ağrısı, koyu kulak akıntısı, halsizlik görülür. İşitme azalır. Çaresi ameliyattır.
Aslında bu, kuşların yaptıkları konuşma değil, sesleri ezberlemeleri ve taklit etmeleridir. Her insan ağzı ile konuşur ama konusabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir. Beyinde oluşan düşünceler daha sonra dilimize ve dudaklarımıza aktarılır. Hayvanlar bu nedenle konuşamaz. Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları da konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrarıdır.
Kuşların ses organlarının memeli hayvanlardan çok farklı olarak gırtlakta değil de göğüs kafeslerinin dibinde, karın boşluğunun derinliklerinde yer alması kuşların bu ses taklit özelliklerini daha anlaşılmaz bir hale getirmektedir. Ses organlarının bu yeri dolayısıyla tavuk, ördek gibi bazı kuşgiller kafaları kesildikten sonra da ötmeye devam ederler.
Bu ses taklit yeteneği bazı kuşların doğasında vardır. Tabiatla içice yaşarken diğer kuşların seslerini taklit edebilmeleri sayesinde onlarla daha iyi iletişim kurabilmişler ve çevreye daha iyi uyum sağlayabilmişlerdir.
Konuşma denilince ilk akla gelen kuş olan papağanlar Avrupa’ya ilk olarak Büyük İskender tarafından Hindistan’dan getirilmişlerdir. Papağanlar arasında en iyi konuşan tür olan Afrika Papağanları’nın gelişi ise daha sonradır. Muhabbet kumarı 19. yüzyılın ortalarında Avustralya’dan Avrupa’ya getirilmişlerdir. Papağanlar insan isimleri, selam, emir ve soru sözcüklerini öğrenmekten hoşlanırlar. Bir papağan 500-600 kelime öğrenebilir. Zamanla bazı kelimeleri unutur ve yerine yeni kelimeler öğrenir.
Papağanların insan seslerini ve hayvanların bağırışlarını son derece benzeterek taklit etme ve parmaklarını kullanabilme yeteneklerine rağmen çok gelişmiş bir tür oldukları söylenemez. Uzmanlara göre papağanlar, ruhsal bakımdan kargagillerden daha az gelişmişlerdir.
Bilim insanları Güneş sistemimizden çok uzakta ama yine Güneş çekimine bağlı olarak bir yörüngede dönen, her birinin kütlesi ve boyutu dünyamızdan çok az olan kirli kar topu şeklinde milyarlarca kuyruklu yıldız olduğuna inanıyorlar.
Bu görüşe göre başlangıçta görkemli kuyrukları olmayan bu gök cisimlerinden bazıları sistem içindeki karşılıklı çekim güçleri nedeni ile Güneş’e doğru hareket etmeye başlıyorlar.
Güneş’e yaklaştıkça, dış katmanlarında donmuş halde bulunan uçucu gazlar (karbondioksit, su, metan amonyum, vb.) hızla buharlaşmaya başlıyor. Güneş’e yaklaştıkça cismin etrafını gaz bulutu olarak sarıyorlar.
Güneş yüzeyinde devamlı patlamalar olduğundan ve uzaya büyük hızlarla gaz bulutları fırlatıldığından, cisim Güneş’e iyice yaklaştığında bunların etki alanına giriyor ve etrafındaki gaz bulutu Güneş’in tersi yöne doğru savrularak bir kuyruk görünümünü oluşturuyor. Bu nedenle kuyruklu yıldızların kuyruklarının yönleri hep Güneş yönünün ters tarafındadır.
Kuyruklu yıldızın kuyruğunun parlaklığına Güneş ışınlarının, gaz bulutu ve parçacıklardan yansımaları neden olur. Aslında büyüklüklerine bağlı olarak kuyruklu yıldızlar kuyruklarından sürekli madde kaybederler. Sonunda gök taşları haline gelen kuyruklu yıldız kalıntıları, dünya yakınından geçerken bize akan yıldız yağmurları olarak görünürler.
Eğer dünyamız bir kuyruklu yıldızın kuyruğu içinden geçerse ne olur? Bu, korkulacak bir şey değildir. Çünkü kuyruklu yıldızların kuyrukları yoğun değildir ve dünyanın bu kuyruk içinden geçmesi ona hiçbir şekilde etkide bulunmaz. Nitekim Halley kuyruklu yıldızı 1910’da geldiğinde, Dünya onun kuyruğunun içinden geçmişti ve bunun yeryüzüne bir zararı olmamıştı. Zamanımızda kuyruklu yıldızların normal gök cisimleri oldukları biliniyor. Bunlar çok büyük hacimli kuyruklarından dolayı korkutucu görünen aslında küçük ve hafif cisimlerdir. 12. yüzyılın ortalarından itibaren bilimin bunların yapılan ve ne olduklarını çözmeye başlamasından sonra halkın peşin hükümleri ve korkuları kaybolmaya başlamıştır.
Konum: Kuzey Afrika, Akdeniz kıyısı, Mısır ve Tunus arasında yer alır.
Coğrafi konumu: 25 00 Kuzey enlemi, 17 00 Doğu boylamı.
Haritadaki konumu: Afrika.
Yüzölçümü: 1,759,540 km².
Sınırları: toplam: 4,348 km.
sınır komşuları: Cezayir 982 km, Cad 1,055 km, Mısır 1,115 km, Nijer 354 km, Sudan 383 km, Tunus 459 km.
Sahil şeridi: 1,770 km.
İklimi: Kıyı boyunca Akdeniz iklimi, iç kısımlarda kuru ve sert çöl iklimi görülür.
Arazi yapısı: Çoğunlukla çorak topraklar, düz ve dalgalı ovalar, platolar, çukurlar yer alır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Sabkhat Ghuzayyil -47 m.
en yüksek noktası: Bikku Bitti 2,267 m.
Doğal kaynakları: petrol, doğal gaz, alçıtaşı.
Arazi kullanımı: İşlenebilir arazi: %1.03.
daimi ekinler: %0.19.
Diğer: %98.78 (2005 verileri).
Sulanan arazi: 4,700 km² (2003 verileri).
Doğal afetler: Kum fırtınaları.
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 5,900,754 (Temmuz 2006 verileri).
Nüfus artış oranı: %2.3 (2006 verileri).
Mülteci oranı: 0 mülteci/1,000 nüfus (2006 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 23.71 ölüm/1,000 doğan bebek (2006 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 76.69 yıl.
Erkeklerde: 74.46 yıl.
Kadınlarda: 79.02 yıl (2006 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 3.28 çocuk/1 kadın (2001 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.3 (2001 verileri).
Ulus: Libyalı.
Nüfusun etnik dağılımı: Berber ve Araplar %97, Yunanlar, Maltalılar, İtalyanlar, Mısırlılar, Pakistanlılar, Türkler, Hintliler, Tunuslular.
Din: Sünni Müslümanlar %97.
Diller: Araplar, İtalyanlar, İngilizler.
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %82.6.
erkekler: %92.4.
kadınlar: %72 (2003 verileri).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Büyük Sosyalist Libya Arap Halk Cumhuriyeti.
kısa şekli : Libya.
Yerel tam adı: Al Jumahiriyah al Arabiyah al Libiyah ash Shabiyah al Ishtirakiyah al Uzma.
yerel kısa şekli: yok.
Yönetim biçimi: Cumhuriyet.
Başkent: Tripoli (Trablusgarp).
İdari bölümler: 25 belediye; Ajdabiya, Al ‘Aziziyah, Al Fatih, Al Jabal al Akhdar, Al Jufrah, Al Khums, Al Kufrah, An Nuqat al Khams, Ash Shati’, Awbari, Az Zawiyah, Banghazi, Darnah, Ghadamis, Gharyan, Misratah, Murzuq, Sabha, Sawfajjin, Surt, Tarabulus, Tarhunah, Tubruq, Yafran, Zlitan.
Bağımsızlık günü: 24 Aralık 1951 (İtalya’dan).
Milli bayram: İhtilal Günü, 1 Eylül (1969).
Anayasa: 11 Aralık 1969, 2 Mart 1977.
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: ABEDA, AfDB (Afrika Kalkınma Bankası), AFESD (Arap Ülkeleri Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu), AL, AMF (Arap Ülkeleri Para Fonu), AMU (Arap Magrep Birliği), CAEU (Arap Ülkeleri Ekonomik Anlaşmalar Konseyi), CCC (Gümrük İşbirliği Konseyi), ECA (Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu), FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IDA (Uluslararası Kalkın
1. ask. geri hizmet, 2. man. modern mantık
1. Askerlik mesleğinin savaşta veya askerî harekâtta, yol, haberleşme, sağlık, yiyecek, içecek, silah sağlama vb. çok yönlü hizmetleri en akılcı, etkili ve seri bir biçimde plan ve programa bağlayıp uygulayan hizmetler bütünü. 2. Kavramları kelimelerle değil göstergelerle göstererek işlem yapan, matematiğe dayalı mantık.
Konum: Güney Avrupa’da, Akdeniz’de adalar, Sicilya’nın güneyinde yer almaktalar.
Coğrafi konumu: 35 50 Kuzey enlemi, 14 35 Doğu boylamı.
Haritadaki konumu: Avrupa.
Yüzölçümü: 316 km².
Sınırları: 0 km.
Sahil şeridi: 196.8 km.
İklimi: Akdeniz iklimi.
Arazi yapısı: Çoğunlukla alçak araziler, kayalıklar, düz ve bölümlere ayrılmış ovalar, kıyıda uçurumlar yer almaktadır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Akdeniz 0 m.
en yüksek noktası: Ta’Dmejrek 253 m.
Doğal kaynakları: Kireçtaşı, tuz, işlenebilir arazi.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %32.
daimi ekinler: %3.
Otlaklar: %0.
Ormanlık arazi: %4.
Diğer: %61 (1993 verileri).
Sulanan arazi: 11.45 km² (2000 verileri).
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 394,583 (Temmuz 2001 verileri).
Nüfus artış oranı: %0.74 (2001 verileri).
Mülteci oranı: 2.37 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 5.83 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 78.1 yıl.
Erkeklerde: 75.64 yıl.
Kadınlarda: 80.79 yıl (2001 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 1.92 çocuk/1 kadın (2001 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.52 (1999 verileri).
HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 100 den az (1999 verileri).
Ulus: Maltalı.
Nüfusun etnik dağılımı: Maltalılar.
Din: Roma Katolikleri %91.
Diller: Maltaca (resmi), İngilizce (resmi).
Okur yazar oranı: 10 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %88.76.
erkekler: %86.91.
kadınlar: %89.55 (1995 sayımı).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Malta Cumhuriyeti.
kısa şekli : Malta.
Yerel tam adı: Repubblika ta’ Malta.
yerel kısa şekli: Malta.
Yönetim biçimi: Parlamenter Cumhuriyet.
Başkent: La Valletta.
İdari bölümler: yok (Valletta’dan yönetilir).
Bağımsızlık günü: 21 Eylül 1964 (İngiltere’den ayrıldı).
Milli bayram: Bağımsızlık günü, 21 Eylül (1964).
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: C, CCC (Gümrük İşbirliği Konseyi), CE (Avrupa Konseyi), EBRD (Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası), ECE (Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu), Avrupa Birliği, FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICFTU (Uluslararası Serbest Ticaret Birlikleri Konfederastonu), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Inmarsat (Uluslararası Denizcilik Uydu Teşkilatı), Intelsat (Uluslararası Telekomünikasyon ve Uydu Örgütü), Interpol (Uluslararası Polis Teşkilatı), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), IOM (Uluslararası Göçmen Teşkilatı), ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), ITU (Uluslararası Haberleşme Birliği), NAM, OPCW (Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu), OSCE (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Ör
1. iletişim ortamı, 2. iletişim araçları
1. Bildirişim, haberleşme veya komünikasyon imkânlarının sağlandığı ortam. 2. Toplumda sözlü veya yazılı haber alma imkânını sağlayan teknik araçlar.
ruh b. ruh ötesi
Ruhlarla ilişki kurma, gelecekten haber verme gibi ruh biliminin kapsamına girmeyen ve onun dışında incelenen olayları kapsayan (alan).
hava tahmincisi
Havanın gelecek gün veya hafta içindeki durumunu birtakım verilere dayanıp yaklaşık olarak ortaya koyan ve bunu haber kanallarına ileten kimse.
Tedavi için gerekli malzeme : Kuru soğansuyu.
Hazırlanışı : 1 fincan suya, 5 damla kuru soğan suyu konur. İyice karıştırıldıktan sonra içilir. Aynı işlem günde üç kere tekrarlanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Karbonat, su.
Hazırlanışı : 1 su bardağı soğuk suya 1 kahve kaşığı karbonat konup, iyice karıştırıldıktan sonra içilir.
Mide veya sindirim sisteminde meydana gelen rahatsızlıklar şöyle tespit edilir:
- Mide yanması, mide zafiyeti : Yemeğe başladıktan kısa bir süre sonra başlayıp, devam eden ağrılar.
- Mide iltihabı, onikiparmak ülseri : Yemek yedikten kısa bir süre sonra başlayan ağrılar.
- Mide ülseri : Yemek tedikten 2-3 saat sonra başlayan ağrılar.
Hepsinde de uyulması gereken kurallar kısaca şu şekide sıralanabilir.
- Yemeğe çiğ salata veya taze meyve ile başlamak sindirim sistemi için çok faydalıdır.
- Lokmalar iyice çiğnenmeli ve yavaş yenmelidir.
- Sofradan, tam manasıyla doymadan kalkmalıdır.
- Yemekte ve yemekten sonra fazla miktarda su içmemelidir.
- Çok sıcak veya çok soğuk şeyler yenmemelidir.
- Yemekleri her gün belirli saatlerde yemelidir.
- Yemekten sonra 1 saat kadar istirahat etmelidir.
Mide ve sindirim bozukluklarının tedavisinde aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Kerviz kökü, su.
Hazırlanışı : 4 bardak suya 1 tane kereviz kökü konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Yemeklerden sonra ikişer çorba kaşığı içilir.
Pisagor bilimi, bilim için düşünüyor, bilimin uygulamaları onu ilgilendirmiyordu. Bu nedenle ‘bilgi seven’ anlamındaki ‘filozof sözcüğünü ilk olarak o kullanmıştır. Pisagor tüm evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğuna inanıyordu.
Pisagor’un müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının, demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagor’un ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış.
Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu. 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk notalama sistemi ortaya çıktı.
Arezzo’lu Guido’nun (Gui d’Arezzo) notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi. 11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan “porte”nin kullanılmasıyla notaların yüksekliği (do, re, mi,....) ve süresi (birlik, ikilik, dörtlük,....) kesin biçimde belirlenebilir hale geldi.
Aslında müziğin dört parametresi vardır: Yükseklik, süre, şiddet ve tını. Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır.
Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizce’de ve Almanca’da ise notalar harflerle gösterildi(C=do, D=re, E=mi, F=fa, G=sol, A=la, B=si-ing.-, H=si-alm.-).
Nota isimlerinden ‘do’nun önceki ismi ‘ut’ idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda ‘do’ olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde ‘ut’ hala kullanılır.
‘Si’ hariç diğer notaların isim babası Gui d’Arezzo’dur. Arezzo bu adları Aziz lohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman ‘B’ olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete lohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen ‘si’ adını almıştır.
Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir.
Pisagor bilimi, bilim için düşünüyor, bilimin uygulamak onu ilgilendirmiyordu. Bu nedenle ‘bilgi seven’ anlamındaki ‘filozof’ sözcüğünü ilk olarak o kullanmıştır. Pisagor tüm evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğuna inanıyordu.
Pisagor’un müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagor’un ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış.
Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu. 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk notalama sistemi ortaya çıktı.
Arezzo’lu Guido’nun (Gui d’Arezzo) notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi. 11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan “porte”nin kullanılmasıyla notaların yüksekliği (do, re, mi,....) ve süresi (birlik, ikilik, dörtlük,....) kesin biçimde belirlenebilir hale geldi.
Aslında müziğin dört parametresi vardır: Yükseklik, süre, şiddet ve tını. Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır.
Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizce’de ve Almanca’da ise notalar harflerle gösterildi (C=do, D=re, E=mi, F=fa, G-sol, A=la, B=si-ing.-, H=si-alm.-).
Nota isimlerinden ‘do’nun önceki ismi ‘ut’ idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda ‘do’ olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde ‘ut’ hala kullanılır.
‘Si’ hariç diğer notaların isim babası Gui d’Arezzo’dur. Arezzo bu adları Aziz Iohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman ‘B’ olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete Iohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen ‘si’ adını almıştır.
Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir.
- Hazımsızlık, geğirme, kokulu yiyecekler, alkol ve bazı ilaçlar.
- Burun veya sinüz hastalıkarı.
- Çürük dişler, ağız yaraları veya bademcik iltihabı.
- Kusma veya uzun süreli perhizler.
Diğer taraftan şeker hastalığı, kansızlık ve ateşli hastalıklar sırasında da nefes kokusu hissedilir. Herşeyden önce, ağız temizliğine çok dikkat etmek gerekir. Çürük dişler tedavi ettirilmeli, yenilen ve içilen şeylerin kokusuz olmasına dikkat edilmelidir. Hergün temiz havada yürümek de faydalıdır. Kısa sürede geçmeyen nefes kokularında bir doktora başvurmak gerekir. Aşağıdaki reçeteler de tedavi amacıyla kullanılır.
Tedavi için gerekli malzeme : Bal, su.
Hazırlanışı : Bir bardak ılık suya, 1 tatlı kaşığı süzme bal konur, karıştırılıp, içilir.
Sesimizin oluşmasının ana nedeni şüphesiz ses tellerimizdir. Ses tellerinin boyu sesimizin kalınlığını belirler. Ne kadar uzunsalar ses o kadar ince çıkar. Kadınların erkeklere göre avantajları ses tellerinin daha uzun olmalarıdır. Tabii ki ses tellerimiz sesimizin tınısını tek başlarına belirleyemezler. Dudağımız, dişlerimiz, dilimiz olmasaydı ortaya anlaşılmaz rahatsız edici bir gürültü çıkardı.
Konuşurken nefes veririz. Bu nefes konuşmanın karakteristiğini etkileyen en az 11 noktadan geçer. Ayrıca kişinin karakteri, havanın akışı ve hızı, ağız ve dudak yapısı da konuşmada etkin faktörlerdir. Ancak tüm konuşma olayının organizatörü beyindeki bir bölgedir. Burada düşüncenin ana yapısı oluşturulur, kulak ve gözlerden gelen sinyallerle birleştirilir ve boğaza sinyal olarak gönderilir.
Hayvanlarda ise beyinde böyle bir bölge yoktur. Bazı papağan, muhabbet kuşu hatta karga türlerinin konuşmaları onların ezberleme ve tekrar edebilme yetenekleridir. Bilinçli bir konuşma söz konusu değildir. Genetik olarak insana en yakın olan şempanzelerin bile dil ve damak yapıları nedeni ile insan gibi konuşmaları mümkün değildir.
Dünyanın dört bir yanında farklı lisanlar konuşuluyor ama tüm bu insanlar ağızlarında benzer sesler çıkarıyorlar. Her iki dudakları ile T’ ve ‘B’, dudak ve dişleri ile ‘F’ ve ‘V, dilin ön kısmı ile ‘T’ ve ‘D’, dilin arka kısmı ile de ‘K’ ve ‘G’ seslerini çıkarıyorlar.
Dilin ilk insanlarda, işbirliği daha doğrusu kültür ve bilgileri gelecek nesillere aktarma ihtiyacından doğduğu sanılıyor. Günümüze kadar altı bin dil geliştirilmiş. Dünyadaki bütün dillerin tek ortak yanı, en çok kullanılan kelimelerin daha az sayıda harfle yazılmalarıdır. Altay dilleri ailesine giren Türkçe’mizde bazı ilginç özellikler var. Bir kere cisimleri dişi ve erkek olarak ayırmıyoruz, ses uyumu var ve bir ad veya fiil kökünden değişik eklerle yeni kelimeler türetebiliyoruz.
İnsan yüzündeki kaş, göz, burun, ağız ve diğer şekillerin çok az fark göstermelerine rağmen hepsi birleşince nasıl bir insan diğerine benzemiyorsa, oluşumunda katkıda bulunan şeylerin çeşitliliği açısından konuşmamız da öyledir.
Sesimizin oluşmasının ana nedeni şüphesiz ses tellerimizdir. Ses tellerimizin boyu sesimizin kalınlığını belirler. Ne kadar uzunsalar ses o kadar ince çıkar. Kadınların erkeklere göre avantajları ses tellerinin daha uzun olmalarıdır. Tabii ki ses tellerimiz sesimizin tınısını tek başlarına belirleyemezler. Dudağımız, dişlerimiz, dilimiz olamsaydı ortaya anlaşılmaz rahatsız edici bir gürültü çıkardı.
Konuşurken nefes veririz. Bu nefes konuşmanın karekteristiğini etkileyen en az 11 noktadan geçer. Ayrıca kişinin karekteri, havanın akışı ve hızı, ağız ve dudak yapısı da konuşmada etkin faktörlerdir. Ancak tüm konuşma olayının organizatörü beyindeki bir bölgedir. Burada düşüncenin ana yapısı oluşturulur, kulak ve gözlerden gelen sinyallerle birleştirilir ve boğaza sinyal olarak gönderilir.
Hayvanlarda ise beyinde böyle bir bölge yoktur. Bazı papağan, muhabbet kuşu hatta karga türlerinin konuşmaları onların ezberleme ve tekrar edebilme yetenekleridir. Bilinçli bir konuşma söz konusu değildir. Genetik olarak insanan en yakın olan şempanzelerin bile dil ve damak yapıları nedeni ile insan gibi konuşmaları mümkün değildir.
Dünyanın dört bir yanında farklı lisanlar konuşuluyor ama tüm bu insanlar ağızlarında benzer sesler çıkarıyorlar. Her iki dudakları ile “p” ve “b”, dudak ve dişleri ile “f” ve “v”, dilin ön kısmı ile “t” ve “d”, dilin arka kısmı ile de “k” ve “g” seslerini çıkarıyorlar.
Dilin ilk insanlarda, işbirliği daha doğrusu kültür ve bilgileri gelecek nesillere aktarma ihtiyacından doğduğu sanılıyor. Günümüze kadar altı bin dil geliştirilmiş. Dünyadaki bütün dillerin tek ortak yanı, en çok kullanılan kelimelerin daha az sayıda harfle yazılamalarıdır. Altay dilleri ailesine giren Türkçe’mizde bazı ilginç özellikler var. Bir kere cisimleri dişi ve erkek olarak ayırmıyoruz, ses uyumu var ve bir ad veya fiil kökünden değişik eklerle yeni kelimeler türetebiliyoruz.
İnsan yüzündeki kaş, göz, burun, ağız ve diğer şekillerin çok az fark göstermelerine rağmen hepsi birleşince nasıl bir insan diğerine benzemiyorsa, oluşumunda katkıda bulunan şeylerin çeşitliliği açısından konuşmamız da öyledir.
Müzik aslında ses dalgalarının, belirli kurallar içinde bir düzene sokulmasıdır. Bilindiği gibi, ses dalgalar halinde yayılır. Bir saniye içindeki dalga sayısı sesin karakterini tespit eder. Saniyede 260 dalga yapan, yani titreşen ses ‘Do’ notasıdır.
Bu şekilde 7 temel nota oluşur. Do-Re-Mi-Fa-Sol-La-Si. Son notadan sonra, Do’nun titreşim sayısının bir katı kadar titreşimde daha ince bir Do gelir ki, bu iki Do arasına bir oktav denir. İşte bu oktav, gam, akort denilen matematiksel diziler, bir çeşit dizilerek müzik oluşturulur. Ancak tüm bunlar bize, bu matematiksel diziden bihaber, Afrika yerlilerinin, dağ başındaki çobanın enfes müziğini açıklayamaz.
Aslında kültürün müzik ve bundan alınan zevk üzerinde doğrudan ilgisi vardır. Doğu müziğinde yukarıda belirtilen matematik dizilerdeki perdelerin arasında karışık gezinilme, Afrika’da baş döndürücü ritimler, Avrupa’da ise notaların ideal düzeni öne çıkar. Ancak bunlar da, değişik müzik türlerine ilgi duyan bizlerin ve müziğin hoşlanılma nedenini açıklamaya yetmez.
Müzik ve dil yetenekleri birçok yönden birbirine benzemektedir. Bilimciler insanların müzik yeteneği kazanmalarının, konuşmaya başlamaları ile aynı zamanlara denk düştüğünü ileri sürüyorlar. Konuşma yeteneği şüphesiz daha iyi bir iletişim ve yaşama şansı avantajını getirmiştir ama müziğin hangi ihtiyacı karşıladığı hala meçhul.
Bebekler anlamlı kelimelere benzer sesler çıkarmaya başlarken aynı zamanda şarkı söyler gibi mırıldanmaya da başlarlar. Uzun ve karışık cümleler kurmayı becerdikçe, daha uzun ve karışık şarkıları söyleme yetenekleri de artar. Ancak beynin konuşmaya kumanda eden kısmında hasar olan hastaların konuşamamalarına rağmen müzik yeteneklerinin devam ettiği de görülmüştür.
Son zamanlarda, beynimizde müziği algılayan bir alıcı bulunabileceği tezi ileri sürülmektedir. Eğer bir gün bu alıcı bulunsa bile, bunun niçin beynimize konulduğunun sebebi yine anlaşılamayacaktır.
Öğretilme yoluyla bir çeşit dans yapabilen veya dans olarak algılanamayacak hareketleri olan canlıları saymazsak, doğada müzik ve ritim duygusu sadece insanda vardır. Bu özelliğin nedeni ise hala tam olarak açıklanamıyor.
Aslında mekanizma basit. Güneş ışığının etkisi ile yeryüzünden su buharlaşıyor, yani gaz haline geçiyor. Bu durumda havadan hafif olduğundan atmosferde yükseliyor. Yükseldikçe hava soğuyor ve hava basıncı azalıyor. Su buharı soğudukça havadaki toz parçacıklarına tutunarak su damlası haline dönüşüyor ve bunların milyonlarcası havada birleşerek gözümüze bulut olarak görülüyorlar.
Bulutları oluşturan bu su damlacıkları hemen yakınlarındakilerle sürekli birleşiyorlar, büyüdükçe büyüyorlar, ağırlıkları artıyor, yeterli ağırlığa ulaşınca yer çekiminin etkisi ile yere düşmeye başlıyorlar. Yeryüzünden buharlaşıp, bulut oluşturup sonra yağmur olarak yeryüzüne dönen su buharının havada geçen bu macerası ortalama 8 gün sürüyor.
Ancak bulutun içindeki su damlacıklarının tümü yağmur olarak yeryüzüne inmiyor. Bir bulutun en fazla yarısı yağmur olarak yağabilir ve bu da normalde 30 dakika sürer ama bulut devamlı olarak yeniden oluştuğundan yağmur saatlerce, hatta günlerce sürebilir. Bu arada rüzgara bağlı olarak bulutlar devamlı hareket ettiklerinden yağmur çok geniş bir alana yağabilir. Bugüne kadar dünyamızda tespit edilebilmiş en yoğun yağış 26 Kasım 1970 tarihinde Guadaloupe’de olmuş, sadece bir dakikada 3.81 santimetre yağmur yağmıştır.
Atmosferde, yani başımızın üzerindeki havada 13 milyar ton su buharı bulunuyor. Bunun hepsinin bir anda yeryüzüne indiğini düşünebiliyor musunuz? Dünyamızda yağmurun çoğu, yani yüzde 78’i okyanusların üzerine yağıyor. Bu da çok normal, çünkü havanın içindeki su miktarının kaynağı hemen hemen aynı oranda okyanuslardan geliyor.
Yağmur damlalarının yarı-çapları 0.5 milimetreden 6.35 milimetreye kadar değişebiliyor. 5.0 milimetre yarı-çapındaki bir yağmur damlasının 1800 metre yükseklikteki bir buluttan çıkıp başınızın üstüne düşmesi için geçen zaman yaklaşık 3 dakikadır. Yani aslında şemsiyenizi açabilmeniz için yeterli süre vardır.
Suni yağmur yaratabilmek için günümüzde bazı teknolojiler geliştirildi ki, temeli su damlacıklarının yapışabilmesi için çekirdek görevi yapabilecek tozları bulutun içine gönderebilmektir. Bunun için bulut uçak veya helikopterden gümüş iyodür ile bombalanıyor. Bu işte de en usta olan İsrailliler. Onlar bu yöntemle yağmur miktarını yüzde 13 oranında arttırabilmişler. Yağmurun oluşabilmesi için ana etkenlerden biri olan toz parçacıklarının, yani hava kirliliğinin artması ise tam ters etki yapıyor, bu durumda damlacıklar küçülüyor ve yağmur olarak yere düşmeyi başaramıyorlar.
Aslında mekanizma basit. Güneş ışığının etkisi ile yeryüzünden su buharlaşıyor, yani gaz haline geçiyor. Bu durumda havadan hafif olduğundan atmosferde yükseliyor. Yükseldikçe hava soğuyor ve hava basıncı azalıyor. Su buharı soğudukça havadaki toz parçacıklarına tutunarak su dalası haline dönüşüyor ve bunların milyonlarcası havada birleşerek gözümüze bulut olarak görünüyorlar. Bulutları oluşturan bu su damlacıkları hemen yakınlarındakilerle sürekli birleşiyorlar, büyüdükçe büyüyorlar, ağırlıkları artıyor, yeterli ağırlığa ulaşınca yer çekiminin etkisi ile yere düşmeye başlıyorlar. Yeryüzünden buharlaşıp, bulut oluşturup sonra yağmur olarak yeryüzüne dönen su buharının havada geçen bu macerası ortalama 8 gün sürüyor.
Ancak bulutun içindeki su damlacıklarının tümü yağmur olarak yeryüzüne inmiyor. Bir nulutun en fazla yarısı yağmur olarak yağabilir ve bu da normalde 30 dakika sürer ama bulut devamlı olarak yeniden oluştuğundan yağmur saatlerce, hatta günlerce sürebilir. Bu arada rüzgara bağlı olarak bulutlar devamlı hareket ettiklerinden yağmur çok geniş bir alana yağabilir. Bugüne kadar dünyamızda tespit edilmiş en yoğun yağış 26 Kasım 1970’de Guadaloupe’de olmuş, sadece bir dakikada 3.81 santimetre yağmur yağmıştır.
Atmosferde, yani başımızın üzerindeki havada 13 milyar ton su buharı bulunuyor. Bunun hepsinin bir anda yeryüzüne indiğini düşünebiliyor musunuz? Dünyamızda yağmurun çoğu, yani yüzde 78’i okyanusların üzerine yağıyor. Bu da çok normal, çünkü havanın içindeki su miktarının kaynağı hemen hemen aynı oranda okyanuslardan geliyor.
Yağmur damlalarının yarı-çapları 0.5 milimetreden 6.35 milimetreye kadar değişebiliyor. 5.0 milimetre yarı-çapındaki bir yağmur damlasının 1800 metre yükseklikteki bir bulutun çıkıp başınızın üstüne düşmesi için geçen zaman yaklaşık 3 dakikadır. Yani aslında şemsiyenizi açabilmeniz için yeterli süre vardır.
Suni yağmur yaratabilmek için günümüzde bazı teknolojiler geliştirildi ki, temeli su damlacıklarının yapışabilmesi için çekirdek görevi yapabilecek tozları bulutun içine gönderebilmektir. Bunun için bulut uçak veya helikopterden gümüş iyodür ile bombalanıyor. Bu işte de en iyi olan İsrailliler. Onlar bu yöntemle yağmur miktarını yüzde 13 oranında artırabilmişler. Yağmurun oluşabilmesi için ana etkenlerden biri olan toz parçacıklarının, yani hava kirliliğinin artması ise tam tersi etki yapıyor, bu durumda damlacıklar küçülüyor ve yağmur olarak yere düşmeyi başaramıyorlar.
- Kuru öksürük : Nezle, boğaz iltihabı, bademcik iltihabı, fazla sigara içmek, sindirim bozuklukları, gastrit, ishal, kabızlık, bağırsak solucanları, kalp hastalıkları ve ses tellerinin hastalanmasından kaynaklanan öksürükler balgamsızdır, yani kuru öksürüktür.
- Nöbet şeklinde gelen öksürük : Bu çeşit öksürük, boğmaca veya ciğer şişmesi; gırtlak veya hava borusunun tahriş olması, veya astımdan kaynaklanır. Bu çeşit öksürükte pek az balgam görülür.
- Balgamlı öksürük : Bu çeşit öksürük, sık sık tekrarlar. Hastada hırıltı vardır. Balgam çıkarır ve nefesini dışarı vermekte zorluk çeker. Balgamlı öksürük; Bronşit, astım, sinüs iltihabı, müzmin sinüzit, kalp hastalıkları veya tüberküloz’un bir işareti olabilir. Öksürük, nasıl olursa olsun, ihmal edilmemesi ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi amacıyla aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Şalgam suyu, bal.
Hazırlanışı : Bir su bardağı şalgam suyuna, 2 tatlı kaşığı süzme bal konur. 5 dakika kaynatıldıktan sonra sıcak sıcak içilir.
Genel görelilikte olay ufku, ışık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi sınırlayan kuşağa denir. Olay ufku, herhangi bir fiziksel incelemede bulunamadığımız bir uzay parçasıdır. Ne olay ufkundan ötesini bilinen yasalarla açıklama olanağı vardır, ne de orada ne olup bittiğini bilmenin bir yolu vardır.
Bir yıldızın olay ufku, yıldızın çökmeden önceki kütlesiyle orantılıdır. Örneğin kütlesi 10 Güneş kütlesi olan bir yıldız içe çöküp kara delik haline geldiğinde çapı 60 km olan bir olay ufkuna sahip olur. Bir kara delik madde yuttukça olay ufkunu genişletir, olay ufku genişledikçe de daha güçlü çekim alanına sahip olur. Kara deliğin olay ufkunda teorik olarak zaman tümüyle durmaktadır. Kimi kara deliklerde iki olay ufku vardır. Kimileri "olay ufku" terimi yerine kara deliğe pek uygun olmamakla birlikte “kara deliğin yüzeyi” terimini kullanırlar. (Terimin uygun olmamasının nedeni, bir gezegen veya yıldızdaki gibi katı ve gazlardan oluşan bir yüzeyinin olmamasıdır.) Fakat burada birtakım özel nitelikler gösteren bir bölge söz konusu değildir; bir gözlemci kara deliğe ufku aşacak kadar yaklaşmış olabilseydi, kendisine yüzey izlenimi sağlayacak hiçbir özellik veya değişim hissedemeyecekti. Buna karşılık geri dönme girişlerinde bulunduğunda, artık bu bölgeden kaçamayacağının farkına varmış bulunacaktı. Bu, âdeta "dönüşü olmayan nokta"dır. Bu durum, akıntısı güçlü bir denizde akıntıdan habersiz bir yüzücünün durumuna benzetilebilir. Öte yandan olay ufkunun sınırına yaklaşmış bir gözlemci, kara delikten yeterince uzaktaki bir gözlemciye kıyasla, zamanın farklı bir şekilde aktığının farkına varacaktır. Kara delikten uzakta olan gözlemcinin diğerine düzenli aralıklarla (örneğin birer saniye arayla) ışık işaretleri yolladığını varsayalım: Kara deliğe yakın gözlemci bu işaretleri hem daha enerjetik (ışığın kara deliğe düşmek üzere yaklaştıkça maviye kayma sonucuyla bu ışık işaretlerinin frekansı daha yüksek olacaktır) hem de ardışık işaretlerin aralarındaki zaman aralığı daha kısalmış (birer saniyeden daha az) olarak alacaktır. Yakın gözlemci, uzaktakine oranla zamanın daha hızlı aktığı izleminde olacaktır. Uzaktaki gözlemci de aksine, diğerinde meydana gelen şeylerin gitgide daha yavaş seyrettiğini görecek, zamanın daha yavaş aktığı izleniminde olacaktır. Uzaktaki gözlemci kara deliğe bir nesnenin düştüğünü görmesi halinde, ona nazaran "çekimsel kızıla kayma" ve "zamanın genleşmesi" fenomenleri birleşmiş durumda olacaktır: Nesneden çıkan işaretler gitgide kızıl, gitgide parlak (uzak gözlemciye varmadan önce gitgide artan enerji kaybıyla çıkarılan ışık) ve gitgide aralıklı olacaktır. Yani pratikte, gözlemciye varan ışık fotonlarının sayısı, gitgide hızla azalacaktır ve nesnenin kara deliğe gömülüp görünmez olmasının ardından tükenecektir. Nesnenin henüz olay ufku sınırında hareketsiz durduğunu gören uzaktaki gözlemcinin onun düşmesini engellemek üzere olay ufkuna yaklaşması boşuna olacaktır. Kara deliğin "tekilliği"ne yaklaşan bir gözlemciyi etkilemeye başlayan etkilere “gelgit etkileri” denir. Bu etkiler kütleçekim alanının homojen olmayan bir yapıya sahip olması nedeniyle nesnenin biçimsizleşmesine (doğal biçimini kaybetmesine) yol açarlar. Bu “gelgit etkileri bölgesi” dev kara deliklerde tümüyle olay ufkunda yer alır; fakat özellikle "yıldızsal kara delik"lerde olay ufkunun sınırını da aşarak etkide bulunur. Dolayısıyla yıldızsal kara deliğe yaklaşan bir astronot daha olay ufkuna geçmeden parçalanacakken, dev kara deliğe yaklaşan bir astronot, daha sonra “gelgit etkileri” ile yok edilecek olmakla birlikte, olay ufkuna bir güçlükle karşılaşmadan giriş yapacaktır.
Kaynak: Wikipedia
tıp karın zarı yangısı
Karın zarının çabuk ilerleyen veya kronik iltihabı.
fel. ilkelcilik
1. Avrupa sanatının çağımıza kadar geçirdiği gelişmelerden habersiz görünen, ilkel ulusların sağlam, kaba, saf, yalın biçimli sanatını benimseyen görüş. 2. İlkellik özlemini ileri süren düşünce akımlarının genel adı.
Tedavi için gerekli malzeme : Servi yaprağı, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 2 tutam servi yaprağı konur. 20 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 3 kere birer kahve fincanı içilir.
ekon. ve tıp iyileştirme
1. ekon. İflas hâlindeki işletmeyi iyi yönetimle kâra geçirme. 2. tıp Bir kimsenin iş yapmaya engel olan sakatlığını, yetersizliğini gidermek veya bozuk olan ruhsal durumunu düzeltmek amacıyla uygulanan tedavi.
- Müzmin safra kesesi iltihabı :
Safra kesesi büzülür, gereği gibi çalışamaz hale gelir. Hastanın karnında, özellikle yemeklerden sonra gaz ve gerginlik vardır. Ayrıca; sağ taraftan başlayıp, kaburgaların altına kadar yayılan geçici bir ağrı ve sarılık nöbetleri de görülür. Tıp dilinde kronik kolestit denir. Bu hastalık genellikle 40 yaşını geçmiş şişman kadınlarda görülür.
- Akut Safra Kesesi İltihabı :
Bilhassa, safra yollarına yerleşmiş taşın neden olduğu bir hastalıktır. Tıp dilinde akut kolestit denir. Hastada karnın sağ üst kısmına gelen ani, şiddetli ve çabuk gelişen, sırta, hatta sağ omuzun ucuna kadar yayılan ağrı vardır. Ateş artar, kusma ve bulantı görülür. Her iki çeşit safra kesesi iltihabında da; vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir. Ameliyat gerekebilir. Ameliyat gerekmeyen durumlarda veya safra kesesi iltihaplanmasını önlemek ve safra akımını kolaylaştırmak amacıyla aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Maydanoz, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 2 tutam maydanoz konur. 5 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Günde 2 kere birer çay bardağı içilir.
- Hemolitik sarılık :
Kandaki alyuvarların tahrip olması sonucu safra, kana karışır. Hastanın idrar rengi normal, büyük tuvaleti ise koyudur.
- Hepatik sarılık :
Bir virüsün neden olduğu karaciğer iltihabıdır. Karaciğer hücreleri şişer ve safra yolları tıkanır. Belirtileri, yavaş yavaş görülür. Hastada ateş, iştahsızlık, ishal ve kusma vardır. En çok görülen sarılık çeşidi budur.
- Obstrüktif sarılık :
Nedeni, safra kanallarının tıkanmış olmasıdır.
Ortak belirtileri ise şunlardır. Hastalığın neden olduğu sarı renk, önce göz aklarında görülür. Sonra yüz, boyun, gövde, kol ve bacaklara kadar yayılır. İdrarın rengi sarı ile koyu kahverengi arasında değişir. Ciltte de kaşıntı vardır. Büyük abdest, kil renginde ve fena kokuludur. Tedavinin ilk şartı, yatak istirahatidir. Sıkı bir perhiz uygulanır. Aşağıdaki reçeteler de uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Pazı, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 1 avuç doğranmış pazı konur. Haşlandıktan sonra süzülür. Günde 3 kere birer çay bardağı içilir.
Şeker durumu Açken Yemekten 1-2 saat sonra :
- Normal kimselerde 80 mg. 140 mg.
- Orta derecede 130 mg. 190 mg.
- Ağır derecede 160 mg. 215 mg.
İki çeşit şeker hastalığı vardır.
- Şekersiz Diabet :
Hipofiz bezinin arka tarafından salgılanan antidiüretik hormonun yetmezliği sonucu ortaya çıkan bu çeşit şeker hastalığına, tıp dilinde diabetes insipidus denir.
- Şekerli Diabet :
Pankreasın salgıladığı insülin yetmezliği sonucu ortaya çıkan bu çeşit şeker hastalığına, tıp dilinde diabetes mellitus denir.
Şeker hastalığını doğuran nedenler dengesiz beslenme, şişmanlık veya sinir bozukluğudur. Bazı kimselerde de irsiyet önemli bir rol oynar. Hastalığın başlangıcında çok yemek ve su içmek ihtiyacı vardır. İdrar miktarı da artar. Kadınların idrar yapma yerlerinde kaşıntı vardır. Ayrıca devamlı yorgunluk hali görülür. İleri safhada devamlı baş ağrısı, el ve ayak titremeleri, iştahsızlık, aseton kokusuna benzer nefes kokusu, ter kokusu, adele krampları, hafıza zayıflığı, kısmi veya tam felç, iyileşmeyen yaralar ve uykuda sayıklama görülür. Şeker hastalığı tedavi edilmezse sonuç damar sertliği, kalp yetmezliği, göğüs anjini, görme zayıflığı, katarakt, karaciğer hastalıkları, siroz olabilir.
İki çeşit şeker koması vardır.
- Diabetik Koma :
Daha ziyade şeker hastalarında görülür. Nedeni, insülin verme zamanını geçirmek, gerektiğinden az miktarda insülin vermek, bağırsak iltihabı, bademcik iltihabı, grip veya iyileşmeyen yaralardır.
- Şeker Eksikliği Koması :
Tıp dilinde hipoglisemi adı verilen bu çeşit koma, terleme, titreme, çırpınma huzursuzluk, şiddetli açlık, ve aşırı duygusallıkla başlar. Nedeni, fazla miktarda insülin vermek veya çok miktarda karbonhidratlı yiyeceklerle beslenmektir.
Şeker hastaları haftada en az iki kere ılık banyo yapmalıdır ve sonra da vücutlarının her tarafını ılık bir havlu ile ovmalıdır. Kabız veya ishal olmamalıdırlar. Perhiz yapmalıdırlar. Erken yatıp erken kalkmalıdırlar. Ağız, boğaz ve diş sağlığına aşırı özen göstermelidirler. Masaj, beden hareketleri ve açık havada yürüyüşü ihmal etmemelidirler. Tedavi amacıyla aşağıdaki reçeteler uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Karadut, su.
Hazırlanışı : Beş çorba kaşığı karadut ezilip, suyu çıkarılır. Yemeklerden 10 dakika önce, 1 su bardağı suya 10 damla konup içilir.
Tedavi için gerekli malzeme : Kereviz yaprağı, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 1 kahve fincanı ufalanmış kereviz yaprağı konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra süzülüp, gargara yapılır.
Konum: Güneydoğu Asya, Malezya ve Endonezya arasında adalar.
Coğrafi konumu: 1 22 Kuzey enlemi, 103 48 Doğu boylamı.
Haritadaki konumu: Güneydoğu Asya.
Yüzölçümü: 647.5 km².
Sınırları: 0 km.
Sahil şeridi: 193 km.
İklimi: tropikal.
Arazi yapısı: alçak.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Singapur Şeridi 0 m.
en yüksek noktası: Bukit Timah 166 m.
Doğal kaynakları: balık.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %2.
daimi ekinler: %6.
Otlaklar: %0.
Ormanlık arazi: %5.
Diğer: %87 (1993 verileri).
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 4,300,419 (Temmuz 2001 verileri).
Nüfus artış oranı: %3.5 (2001 verileri).
Mülteci oranı: 26.45 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 3.62 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 80.17 yıl.
Erkeklerde: 77.22 yıl.
Kadınlarda: 83.35 yıl (2001 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 1.22 çocuk/1 kadın (2001 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.19 (1999 verileri).
HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 4,000 (1999 verileri).
HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 210 (1999 verileri).
Ulus: Singapurlu.
Nüfusun etnik dağılımı: Çinli %76.7, Malay %14, Hintli %7.9, diğer %1.4.
Din: Budist, Müslüman, Hıristiyan, Hindu, Sikh, Taoist, Konfüçyanist.
Diller: Çince (resmi), Malay (resmi), Tamil (resmi), İngilizce (resmi).
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %93.5.
erkekler: %97.
kadınlar: %89.8 (1999).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Singapur Cumhuriyeti.
kısa şekli : Singapur.
Yönetim biçimi: Parlamenter Cumhuriyet.
Başkent: Singapur.
İdari bölümler: yok.
Bağımsızlık günü: 9 Ağustos 1965 (Malezya’dan).
Milli bayram: Bağımsızlık günü, 9 Ağustos (1965).
Anayasa: 3 Haziran 1959.
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu), ARF, AsDB (Asya Kalkınma Bankası), ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Örgütü), AG (Avustralya Grubu), BIS (Uluslararası İmar Bankası), C, CCC (Gümrük İşbirliği Konseyi), CP, ESCAP (Asya ve Pasifikler Ekonomik ve Sosyal Komisyonu), G-77, IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICC (Milletlerarası Ticaret Odası), ICFTU (Uluslararası Serbest Ticaret Birlikleri Konfederastonu), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), IHO (Uluslararası Hidrografi Örgütü), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Inmarsat (Uluslararası Denizcilik Uydu Teşkilatı), Intelsat (Uluslararası Telekomünikasyon ve Uydu Örgütü), Interpol (Uluslararası Polis Teşkilatı), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), ITU (Uluslararası Haberleşme Birliği), NAM, OPCW (Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu), PCA (Daimi Hakemlik
Tedavi için gerekli malzeme : Andızotu.
Hazırlanışı : İki adet andızotu kökü dövülüp, ağrılı yerlere sürülür. 3 saat sonra ılık suyla yıkanır.
küçük gazete
Siyasi ve sosyal meseleleri tek bir haberle veren bir tür gazete.
Konum: Güneydoğu Asya, Andaman Denizi ve Tayland Körfezi kıyısında, Burma’nın güneydoğusunda yer alır.
Coğrafi konumu: 15 00 Kuzey enlemi, 100 00 Doğu boylamı.
Haritadaki konumu: Güneydoğu Asya.
Yüzölçümü: 514,000 km².
Sınırları: toplam: 4,863 km.
sınır komşuları: Burma 1,800 km, Kamboçya 803 km, Laos 1,754 km, Malezya 506 km.
Sahil şeridi: 3,219 km.
İklimi: Tropikal.
Arazi yapısı: Orta kısımlarda ovalar, doğuda Khorat Platosu, ülke genelinde dağlar yer alır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Tayland Körfezi 0 m.
en yüksek noktası: Doi Inthanon 2,576 m.
Doğal kaynakları: Kalay, kauçuk, doğal gaz, tungsten, tantal, kereste, kurşun, balık, alçıtaşı, linyit, işlenebilir topraklar.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %34.
daimi ekinler: %6.
Otlaklar: %2.
Ormanlık arazi: %26.
Diğer: %32 (1993 verileri).
Sulanan arazi: 44,000 km² (1993 verileri).
Doğal afetler: Yer çökmeleri, kuraklıklar, tsunami.
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 61,797,751 (Temmuz 2001 verileri).
Nüfus artış oranı: %0.91 (2001 verileri).
Mülteci oranı: 0 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 30.49 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 68.86 yıl.
Erkeklerde: 65.64 yıl.
Kadınlarda: 72.24 yıl (2001 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 1.87 çocuk/1 kadın (2001 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %2.15 (1999 verileri).
HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 755,000 (1999 verileri).
HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 66,000 (1999 verileri).
Ulus: Taylandlı.
Nüfusun etnik dağılımı: Tay %75, Çinli %14, diğer %11.
Din: Budizm %95, Müslüman %3.8, Hıristiyanlık %0.5, Hinduizm %0.1, diğer %0.6 (1991).
Diller: Tay, İngilizce, etnik ve bölgesel lehçeler.
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler.
Toplam nüfusta: %93.8.
erkekler: %96.
kadınlar: %91.6 (1995 verileri).
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Tayland Krallığı.
kısa şekli : Tayland.
Eski adı: Siam.
Yönetim biçimi: Meşruti Monarşi.
Başkent: Bangkok.
İdari bölümler: 76 bölge; Amnat Charoen, Ang Thong, Buriram, Chachoengsao, Chai Nat, Chaiyaphum, Chanthaburi, Chiang Mai, Chiang Rai, Chon Buri, Chumphon, Kalasin, Kamphaeng Phet, Kanchanaburi, Khon Kaen, Krabi, Krung Thep Mahanakhon (Bangkok), Lampang, Lamphun, Loei, Lop Buri, Mae Hong Son, Maha Sarakham, Mukdahan, Nakhon Nayok, Nakhon Pathom, Nakhon Phanom, Nakhon Ratchasima, Nakhon Sawan, Nakhon Si Thammarat, Nan, Narathiwat, Nong Bua Lamphu, Nong Khai, Nonthaburi, Pathum Thani, Pattani, Phangnga, Phatthalung, Phayao, Phetchabun, Phetchaburi, Phichit, Phitsanulok, Phra Nakhon Si Ayutthaya, Phrae, Phuket, Prachin Buri, Prachuap Khiri Khan, Ranong, Ratchaburi, Rayong, Roi Et, Sa Kaeo, Sakon Nakhon, Samut Prakan, Samut Sakhon, Samut Songkhram, Sara Buri, Satun, Sing Buri, Sisaket, Songkhla, Sukhothai, Suphan Buri, Surat Thani, Surin, Tak, Trang, Trat, Ubon Ratchathani, Udon Thani, Uthai Thani, Uttaradit, Yala, Yaso
uz iletişim
Haber, yazı, resim, sembol veya her çeşit bilginin tel, radyo, optik vb. elektromanyetik sistemlerle iletilmesi, bunların yayımı veya alınması.
Vakumlu bir ortamda hava molekülleri de olmadığından ısı iletilemez. Cismin ısısı başlangıçta ne ise o halde kalır. İçerden dışarıya, dışardan içeriye ısı geçişi olmaz. Termosun içine kahve konulursa ısısı dışarı kaçamayacağı için kahve sıcak kalır, soğuk su koyarsanız dışarıdan içeriye ısı giremeyeceği için su ısınmaz, soğukluğunu muhafaza eder.
Vakumlu yani havasız ortamın izolasyon özelliği, 1643 yılından, Toricelli’nin bugünkü termometrelerin atası olan civalı barometreyi icadından beri biliniyordu. Ne var ki yaratılan vakumu muhafaza edebilecek, aynı zamanda da ısıyı iletmeyecek lastik türü malzemelerden o zamanlar kimsenin haberi yoktu.
Termos başlangıçta kahve veya soğuk suyun sıcaklığını muhafaza etmek için değil, bir laboratuar aleti olarak sıvı ve gazları muhafaza etmek amacı ile tasarlandı. İngiliz fizikçi Sir James Dewar, 1890’lı yıllardaki bu buluşunun patentini hiç bir zaman almadı ve bilimsel kuruluşlara bağışladı.
Dewar’ın Alman asistanı Reinhold Burger bu cihazdaki ticari geleceği iyi gördü ve 1903’de Almanya’da patentini aldı. Hatta ismi için ödüllü bir yarışma dahi açtı. Kazanan isim Yunanca ‘ısı’ anlamına gelen ‘Thermos’ oldu. Bu isim 1970 yılına kadar ticari bir marka olarak kaldı. Sonraları bu tip cihazların genel ismi olarak herkes tarafından kullanılması kabul edildi.
Termosun daha çok tanınmasını ve evlerde yaygın olarak kullanılmasını sağlayanlar kuzey ve güney kutbuna giden kaşifler, Everest’in tepesine çıkan dağcılar ve zeplin yolcuları oldu. Dünyanın bir ucuna giderken bile kahveyi sıcak tutabilen termosa karşı insanların güven duyguları arttı. Termos piknik çantasında unutulmaması gerekenlerin içinde en baştaki yerini aldı.
Tedavi için gerekli malzeme : Maydanoz, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 2 tutam maydanoz konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Maydanozlar, tırnağın üzerine konup, temiz bir bezle sarılır. Aynı işleme iltihap boşalıncaya kadar devam edilir.
İnsan dış dünyayı üç boyutlu görebilen yani sağ ve sol gözü cisimleri eş zamanlı algılayabildiği için derinlik hissi olan nadir canlılardandır. İnsanda sağ ve sol gözün görme oranları çok ufak bir farkla hemen hemen çakışır ve bu ufak fark da üç boyutlu görmeyi sağlar. Hayvanlar sol gözle sol, sağ gözle sağ yanlarını görürler. Bu nedenle dış dünyayı bir resim tablosu gibi algılarlar yani derinlik boyutu yoktur.
Tavşan başını çevirmeden aynı zamanda hem arkasını hem önünü görebildiğinden arkadan habersizce yaklaşıp onu yakalamak mümkün değildir. Ancak bir tavşan başını çevirmeden burnunun ucunda olup biteni göremez. At da başını hafif çevirirse arkasındaki her şeyi görebilir.
Böylece ot yiyen hayvanların arkalarından yaklaşan et yiyici hayvanları fark edip kaçabilmeleri kabiliyeti sağlanmıştır. Yırtıcı et yiyicilerin ise gözleri önde olup görme alanları daha dardır ama gelişmiştir, düşmanın uzaklığını çok iyi ölçebilirler.
Su aygırlarının gözleri kulaklarına yakındır ve bu şekilde ağır vücutları suyun içindeyken bile etrafı gözetleyebilirler. Arının 12,000 gözü vardır, gözü meydana getiren bu binlerce merceğin her biri başlı başına bir gözdür. Bukelamunun gözleri birbirlerinden bağımsız çalışırlar. Bir göz avı izlerken diğer göz çevreyi tarayabilir. Eşeklerin gözlerinin konumu öyledir ki, her zaman dört ayaklarını da görebilirler.
Kurbağanın gözünün kapasitesi ise ancak önünden geçen bir sineği görüp yakalayabilmesini sağlayabilecek kadardır. Köstebeğin toplu iğne başı büyüklüğündeki gözleri onun toprak altındaki yaşamı için yeterlidir. Bazı hayvanlar renkleri gayet iyi görebilirken bir bölümü renge duyarlı değildir.
İnsan gözü ise bunların içinde en az bir amaç için kullanılanı ama en fazla şartlara uyum sağlayanıdır. Gözlerimiz insan oluşumuzdaki en büyük etkenlerden biridir. Bir çok memelinin en önemli duyusu koku, böceklerin ise tat iken insanlarda görme en üstün duygudur. Her ne kadar şahin kadar uzakları, kedi kadar karanlıkları, balık kadar su altını mükemmel görebilme yeteneğimiz olmasa da, yine de sadece sınırlı bir ortamı değil her şeyi iyi görürüz ve daha önemlisi iyi algılarız.
Yeryüzündeki tüm canlı türlerinin etraflarındaki nesneleri farklı biçimde gördüklerini biliyor muydunuz? Yani ne kadar canlı türü varsa, o kadar da farklı göz ve bakış açısı vardır.
Hayvanların gözleri ne kadar farklılık gösterirse göstersin aslında optik sistem aynıdır. Hepsi neticede birer fotoğraf makinesi gibi çalışır. Ancak görme sadece mekanik bir işlem değildir. Beynimiz gözden gelen sinyalleri algılamanın yanında ona duygularımızı da katar, yorumlar. Yani duygularımız ve çevre kavramları da gördüklerimizi etkiler. Kimine göre güzel olan bir şey bir başkasına çirkin görünebilir.
Tüm bunlardan insan gözünün kapasitesinin bir sınırı olduğu ancak kendi yaşam savaşını sürdürebilecek yeterlilikte olduğu sonucu çıkar. O halde yaşamda gözlerimizle göremediğimiz çok şey var. “Ben sadece gözümle gördüğüme inanırım” lafı da pek gerçekçi değildir. İnsan dünyanın pek çok özelliğini görememekte hatta hayal bile edememektedir. Siz, radyo dalgalarını, röntgen ışınlarını, uzaktan kumandanızın televizyonunuza gönderdiği sinyali görebiliyor musunuz?
Konum: Orta Doğu, Arap denizi, Umman Körfezi, Basra Körfezi kıyısında, Yemen ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında yer alır.
Coğrafi konumu: 21 00 Kuzey enlemi, 57 00 Doğu boylamı.
Haritadaki konumu: Orta Doğu.
Yüzölçümü: 212,460 km².
Sınırları: toplam: 1,374 km.
sınır komşuları: Suudi Arabistan 676 km, Birleşik Arap Emirlikleri 410 km, Yemen 288 km.
Sahil şeridi: 2,092 km.
İklimi: Kuru çöl iklimi, kıyıda sıcak ve nemli, iç kısımlarda sıcak ve kuru iklim görülür.
Arazi yapısı: Orta çöl ovası, kuzey ve güneyde engebeli dağlık bölge.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Arap Denizi 0 m.
en yüksek noktası: Jabal Shams 2,980 m.
Doğal kaynakları: Petrol, Bakır, asbest, mermer, kireçtaşı, krom, alçıtaşı, doğal gaz.
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %0.
Otlaklar: %5.
Ormanlık arazi: %0.
Diğer: %20 (1993 verileri).
Sulanan arazi: 580 km² (1993 verileri).
Nüfus Bilgileri
Nüfus: 2,622,198 (Temmuz 2001 verileri).
Nüfus artış oranı: %3.43 (2001 verileri).
Mülteci oranı: 0.48 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini).
Bebek ölüm oranı: 22.52 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini).
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 72.04 yıl.
Erkeklerde: 69.9 yıl.
Kadınlarda: 74.29 yıl (2001 verileri).
Ortalama çocuk sayısı: 6.04 çocuk/1 kadın (2001 tahmini).
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.11 (1999 verileri).
Ulus: Ummanlı.
Nüfusun etnik dağılımı: Arap, Baluchi, Güney Asyalılar, Afrikalılar.
Din: Müslümanlık, Hinduizm.
Diller: Arapça (resmi), İngilizce, Baluchi, Urdu, diğer diller.
Yönetimi
Ülke adı: Resmi tam adı: Umman Sultanlığı.
kısa şekli : Umman.
Yerel tam adı: Saltanat Uman.
yerel kısa şekli: Uman.
Eski adı: Muskat ve Umman.
Yönetim biçimi: Meşruti Monarşi.
Başkent: Muskat.
İdari bölümler: 6 bölge ve 2 vilayet Ad Dakhiliyah, Al Batinah, Al Wusta, Ash Sharqiyah, Az Zahirah, Masqat, Musandam, Zufar.
Bağımsızlık günü: 1650.
Milli bayram: Sultan Qaboos’un doğum günü, 18 Kasım (1940).
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: ABEDA, AFESD (Arap Ülkeleri Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu), AL, AMF (Arap Ülkeleri Para Fonu), CCC (Gümrük İşbirliği Konseyi), ESCWA (Birleşmiş Milletler Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu), FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, GCC (Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği), IDB (İslam Kalkınma Bankası), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IHO (Uluslararası Hidrografi Örgütü), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Inmarsat (Uluslararası Denizcilik Uydu Teşkilatı), Intelsat (Uluslararası Telekomünikasyon ve Uydu Örgütü), Interpol (Uluslararası Polis Teşkilatı), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), ITU (Uluslararası Haberleşme Birliği), NAM, OIC (İslam Konferansı Ör
Tedavi için gerekli malzeme : Semiz otu, su.
Hazırlanışı : Dört bardak suya 1 avuç semiz otu konur. 20 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Semiz otları urun üzerine sarılır.
Hastalık, mikrop kapıldıktan sonra gelen 2-8 gün içinde kendini gösterir. Hastada, aniden başlayan baş ve sırt ağrıları, ateş, titreme, kusma, nefes darlığı, halsizlik, deri lekeleri, burun kanaması, kan tükürme, kasık ağrıları ve devamlı dalgınlık görülür. Dili de kahverengi ve kurudur. Yapılacak ilk iş hastayı tecrit etmektir. Çevresindeki sağlıklı kimselerin de koruyucu aşı olması gerekir. Bugün için önemi kalmayan ve eski devirlerde olduğu kadar çok görülmeyen bu hastalığın tedavisi için geç kalmadan sağlık kuruluşlarına haber vermek gerekir.
- Lober Pnömoni : Pnömokok adı verilen mikropların neden olduğu had akciğer iltihabıdır. Mikroplu tozlar, fazla yorgunluk, soğuk algınlığı veya uzun süre güneşte kalmak hastalığın zeminini hazırlar. Hastalık ani baş ağrısı, titreme, kusma ve sırt ağrıları ile başlar. Ateş, 40 dereceye kadar yükselir. Fakat 10. günden sonra düşmeye başlar. Öksürük, kısa sürelidir. Balgam, kanlı ve yapışkandır. Hastanın yüzü kızarmış, dudaklarının etrafı kabarmış, cildi kuru ve dili de paslıdır. Geceleri kriz gelebilir.
- Virüs Zatürreesi : Virüslerin neden olduğu bir çeşit zatürreedir. Ya aniden ya da bir soğuk algınlığı sonunda görülür. Lober pnömoniden daha hafif geçer. Hastalığın ateşi 39 dereceye kadar yükselir. Kendini son derece yorgun hisseder. Öksürüğü kuru fakat az balgamlıdır. Kol ve bacaklarında da ağrılar vardır.
- Bronköpnomoni : İyi tedavi edilmeyen grip, boğmaca, bronşit veya kızamıktan sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Nedeni, akciğer ve bronşların yer yer iltihaplanmış olmasıdır. Hastalık, bronşit gibi başlar, tedbir alınmazsa, 2-3 gün içinde ağırlaşır. Ateş sabahları 38 derece iken akşamları 40 dereceye kadar yükselir. Hastada öksürük, cerahatli ve bazen de kanlı balgam görülür. Halsizdir, nefes almakta güçlük çeker, rengi de soluktur. Doktor tedavisi şarttır. Diğer tarftan, hasta istirahat ettirilir ve morali üstün seviyede tutulur. Yanına fazla misafir kabul edilmez. Ağrı olan tarafına içine sıcak su doldurulmuş şişe konur. Sıcak su buharı teneffüs ettirilir. Ateşi yükseldiği zaman da; vücudu ıslak bezle silinir. Ateş düşürücü ilaçlar verilmez. Ayrıca aşağıdaki reçeteler de uygulanır.
Tedavi için gerekli malzeme : Saf zeytinyağı.
Hazırlanışı : Dörder saat arayla birer çorba kaşığı saf zeytinyağı içilir.