(i. A. «halâ» dan if.) (mü. hâliye). 1. Boş, Fars. tehî, içinde bir şey olmayan: Hâlî bir ev, hâlî sandık. 2. Sahipsiz, ıssız, kimsesiz, tenha: Hâlî yer, hâlî sahralarda. 3. Bir şeyden Arî, müstesna, beri: Bu hareketi bir sebepten hâlî değildir; iki şıkkın birinden hâlî olamaz. 4. Meşguliyetsiz, uğraşılmayan, boş geçirilen: Hâlî bir vaktinizde; benim hiç hâlî vaktim yoktur: Eyyâm-ı hâliyede = Boş günlerde. 5. Açık, boş olan: Hâlî yer, memuriyet. ... den hâlî olmak, durmak = Yapmamak, etmemek: Çalışmaktan bir. gün hâlî olmaz, durmaz. Hâlî yerler, arazi-i hâliye = Sahipsiz, işlenmemiz arazi ve toprak.
Tıp dilinde dysmenorrhoea/dismenore denilen bu hâl, özellikle aybaşı kanamasının başladığı ilk gün görülür. Bazı kimselerde, ağrılar aybaşı kanamasının başlamasından bir kaç gün önce ortaya çıkar ve kanamanın başlamasıyla kesilir. Bir kısmında da kanama başlamadan, kanama görülen günlerde ve sonraki birkaç gün içinde hissedilir. Bu çeşit ağrılara, çoğunlukla 18-24 yaşları arasındaki kadınlarda rastlanır. Ağrı, göbek altında veya bacakların üst kısmında kasılmalar şeklinde başlar. Kusma görülebilir. Yüz, sararır ve terleme artar.
Tedavi için gerekli malzeme : Kimyon, su
Hazırlanışı : 1 çay bardağı kaynak suya; 1 kahve kaşığı kimyon konur. Ilındıktan sonra içilir. Günde, iki kere tekrarlanır.
(i. A. c.) (m. «ehl» lisanımızda başka şekilde kullanılır). 1. Bir memleketin yerlileri, bir memlekette oturanlar, yaşayanlar. Anadolu, Rumeli, İstanbul ahalisi. 2. Halk, umum, nâs: Ahali için, ahalinin rahatını düşünmeli, (bk.) Ehl.
(i. A. «hulûd» dan if.) (mü. hâlide) (c. hâlidîn, hâlidât). Dâim dâimî, sürekli, Ar. sermedi. Ceziir-i hâlidât = Araplar’ın Kanarya adalarına verdikleri isim olup, o vakit bu adalar dünyanın en batı noktası kabul edilerek boylam dairelerinin başlangıcı sayılmıştı.
(Ar.) (Erkek İsmi) 1.Sonsuz, daim, ebedi. 2.Bir yıldan çok yaşayan. 3.Türk dil kurallarına göre “d/t” olarak kullanılır. Halid b. Velid: Ünlü sahabi. Allah’ın kılıcı olarak anıldı.
(i. A.) (c. hulefâ). 1. Vekil, halef, birinin yerine geçen adam. 2. Peygamberimizin vekili ve halefi olan zat: Halîfe-i Resûlullah, halîfe-i islâm. 3. Eskiden BAbıâlî kalemlerindeki kâtiplere denirdi: Hacı halife = KAtib Çelebî’nin lâkabı (bu mânâ ile sonradan yalnız cem’i kullanılmıştır): Mektûbî-i sadâret hulefâsından = Başbakanlık hususî kalem kâtiplerinden. 4. (Türkçe: kalfa) (bk.) Kalfa. Hulefây-ı râşidîn = ilk dört Halîfe: Hz. EbûBekr, Ömer, Osman ve Ali. Ser-halîfe = Eskiden BAbıâlî kalemlerindeki kâtiplerin başı ve en kıdemlileri: Filân kalemde serhalîfe oldu.
(ka ile) (i. A. halk’tan if.) (c. hâlikıyn). Yaratan, yaratıcı: Hâlık-ı Alem = Alemin yaratıcısı, Tanrı (esmây-ı hüsnâdan yani Allah’ın 99 adından biridir). Hayr-ül-hâlikıyn, ahsen-ül-hâlikıyn = Yaratıcıların en iyisi, en güzeli olan Tanrı.
(i.) (halk dilinde: iştahlı). 1. Yemeğe isteği olan, boğazı, midesi açık: Bu hava ile insan daima iştihalı olur. 2. İstekli, arzulu: Lâkırdı söylemeye iştihalıdır.
(MUHALİF) (i. A. «halete» den if.) (mü. muhSİİfe). 1. Uymaz, karşı, zıt, aksi, benzemez: Bu iki renk birbirine muhaliftir. 2. Birbirinin aleyhinde bulunan, muvafakat etmeyen, zıt: Kendisi daima bana muhalif olur. 3. Siyasî iktidarın görüşlerine karşı olan.
adverse. against. contrary. dissenter. opponent. contrary to. in violation of. opposed to. opposing. of the opposition. conflicting. adversary. antagonist. anti. averse. dead set against. dissident. divergent. inimical. opposed. opposer.