(i. F). 1. Güneş yılının onuncu günü. 2. Eski Iran inanışında o gün, yağmur yağarsa erkeklere, yağmazsa kadınlara ait sayılırmış. Abân-gâh kime aitse onlar suya girip yıkanır eğlenirlermiş.
(i. F.). 1. Malûmatlı, bilen, vâıf: Bu sırra agâh mısın? Ben, bu işten Agâh değildim. 2. Uyanık, müteyakkız, basiretli. Bu ikinci mânâ ile sıfat terkibi dahi teşkil eder: Dil Agâh = Kalbi uyanık, gönül adamı.
(Tür.) (Erkek İsmi) - Nizari İsmaili imamlara verilen unvan. Doğu Türk-çesinde ağabey anlamında da kullanılmıştır. Türk kökenli Kaçarların onur unvanıydı. Ağa Han: Nizari İsmailîlerin dini önderi.
(i. F.). Bazı Farsça kelimelere katılarak zaman veya mekân gösteren mürekkep kelimeden meydana gelir: Seyir-gâh = Seyir yeri. Namaz-gâh = Namaz yeri. Seher-gâh = Sabah vakti.
(i. A. F.). Gelin odası, (hacle kelimesinde zaten yer adı bulunduğundan, tekrar gâh yer eki getirerek haclegâh şeklinde kullanmak doğru olmamakla beraber yine de kullanılmıştır).
(HARBİYYE) (i. A.) (umûr-ı harbiyye’den kısaltılmış). 1. Harp ve asker işlerine bakan devlet dairesi: Savunma bakanlığı, eskiden: Ser-askerlik. Harbiye nâzırı: = Millî savunma bakanı, daha eskiden ser-asker. 2. (fünûn-ı harbiyye’den kısaltılmış) Askerî yüksek bilgiler veren ve subay yetiştirmeye mahsus askerî yüksek tahsil müessesesi, harbokulu: Harbiye mektebi.
(i. F., Ar. kalb = yürek, Fars, gâh = yer). Ordunun ortası, sağ ve sol kanat arasındaki merkez birliklerinin durduğu yer: Eski harp düzeninde de kumandan ve en yakınları kalb-gâhta bulunurdu; düşmanın kalb-gâhına hücum etti.
(i. F. Fars. «dest-gâh» dan; dest = el, gâh = yer). 1. Dokumacıların bez vesaire dokudukları Alet. 2. Dükkânlarda satıcının önündeki uzun masa. 3. Kahveci ve meyhaneci gibi esnafın büyük masaları, büfe. 4. Karada yapılan gemilerin oturtulmasına mahsus keresteden tertibat: Alman tezgâhlarına sipariş olunan gemi.