f. küfretmek, sövüp saymak, okumak. blasphemer i. kâfir kimse blas'phemous s. kâfir, zındık. blas'phemously z. kafirce. blas'phemy i. küfür, günaha girme.
i., s., Bohemyalı; çek dili; çingene, Kıpti; k.h. Bohem, Bohem hayatı yasayan kimse, toplum kurallarını dikkate almadan yaşayan sanatçı ruhlu kimse; s. Bohemya halkına veya diline ait, Bohemya'ya özgü. Bohemianism serbest hayat.
(s)., (i). kimyasal, kimya ile ilgili; (i). kimyasal madde. chemical action kimyasal etki. chemical compound kimyasal bileşim. chemical engineer kimya mühendisi.chemical fire extinguisher eczalı yangın söndürücüsü. chemical reaction kimyasal reaksiyon.
(i. A. F. «direm» den) (c. derâhim). 1. Okkanın dört yüzde bir kısmı. Yeni dirhem yahut dirhem-i Aşârî = Yeni okka denilen kilonun binde bir kısmı ki, eski dirhemin ortalama üçte biridir. 2. Araplarin eski bir gümüş parası. Takriben bir frank kıymetinde idi. (bk.) dirhem.
(EHEMM) (i. A. mühim’den itaf.). Daha ehemmiyetli, daha mühim, fazla itinaya değer: Ehemm-i umûr = işlerin en ehemmiyetlisi. Takdîm-ül-ehem alelmühim = En ehemmiyetli olan işin mühimlere tercihi.
(EHEMMİYYET) (i. A.) (Büyütme ismi olan «ehemm»e masdar edatı katılarak yapılmış yeni kelimedir. Tek y ile söylenir). Mühimlik, ağırlık, ye ğerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam: İşe ehemmiyet vermek, üstünde ehemmiyetle durmak.
(i.), (fels.) mitolojinin kişilerin ilahlaştırılmasından doğduğunu kabul eden kuram; mitlerin gerçek olay veya kişiler üzerine kurulduğunu ileri suren teori.
(i.) kaba veya ağır bir söz yerine aynı anlamı veren daha hafif bir söz. euphemist (i.) bu tür hafif söz kullanan kimse. euphemis'tic (s.) hüsnütabir kabilinden. euphemis'tically (z.) hüsnütabirle.
(e.) (Farsça’dan). 1. İki veya daha fazla şeyin ve bilhassa zıt şeylerin birlikte bulunduğuna delâlet eder ve atıf gösterir, çok defa art arda kullanılır: Hem sizi, hem beni istiyor. Hem bilmez, hem olur olmaz konuşur. 2. (yalnız kullanılarak) Bir de, zaten, şurası da var ki: Hem ben size söyledimdi. Hem bana kabahat bulamazsınız. Hem ne lüzumu var? Hem de = Birde: Hem de siz bu işi yüklendiniz. Hem... hem de = Birinci mânâ ile kullanılır: Hem bilmiyor hem de söylemek istiyor. Hem dahi = Ve dahi, bundan başka (bu şekli eskimiştir).
Edge of material doubled over onto itself for the purpose of safe handling or to increase edge stiffness. -- Edge of material doubled over onto itself for the purpose of safe handling or to increase edge stiffness. high energy milk.
The edge created by folding metal back on itself Metal is hemmed to eliminate sharp edges and increase rigidity. the edge created by folding metal back on itself.
ünlem (f). (med, ming) Hım! (bir kimseyi uyarmak için çıkarılan ses; tereddüt veya şüphe belirten ses); (f) böyle bir ses çıkarmak; tereddüt ederek konuşmak. hem and haw mırın kırın etmek, açıkça söylemekten çekinmek.
(e. F.). Farsça veya Arapça isimlerin başına gelip Türkçe «daş» edatı gibi ortaklık ve birlik gösteren sıfatlar teşkil eder: Hem-bezm = Bir mecliste oturan Hem-rey = Bir fikir ve reyde bulunan. Hem-pâ = Ayakdaş. Hem-râh Yoldaş. Hem-fikir = Aynı düşünüşte, aynı fikirde olan.
(i. F.). Kalb ve fikirleri, düşünceleri bir olanların her biri. Bir maksat ve istekte bulunanların her biri, gönül yoldaşı: Hem-dil ve hem-zebân idiler.
(i. F.). 1. Bir dil kullanan, sözleri bir olanların her biri: Hepsi hem-dil ve hem-zebân idiler. Aynı dili konuşanlar: Çerkesler kabilelere ayrılmışlarsa da hepsi hem-zebândırlar.
(i.). 1. Bir cinsten olma: O iki hayvan birbirine benziyorsa da aralarında hemcinslik yoktur. 2. Bir kavimden olma: Kendisiyle hemcinslikten başka bir münasebetimiz yoktur.
(aslı: HEMAN) (e. F.). 1. Anîde, ansızın, derhal, der-akab, çabucak: Hemen hazırlayıp getirdi. Hemen soyunup yattı. 2. Az evvel: Siz geldiğinizde ben hemen kalkmıştım. Hemen yatmıştım. 3. Daiima, mütemadiyen, aralıksız, bir düziye, arasız: Hemen söyler, hemen yürür. 4. Takriben, sanki, gibi: Hemen kalmadı = Pek az kaldı, sanki kalmadı. Hemen yoktur = Yok gibidir. İkisi hemen birdir (bu mânâ ile daha çok art arda kullanılır: Hemen hemen birbirinin aynıdır). 5. Az kaldı: Hemen düşünüyordum. 6. Yalnız, ancak, tek: Hemen bir evimiz vardır. Hemen şu iyiliği vardır.
immediate. prompt. immediately. instantly. directly. in no time. instantaneously. on the spot. anon. bang off. right of the bat. forthwith. out of hand. incontinently. in an instant. on the instant. instanter. in a jiffy. now. at once. in short order.
at once. immediately. right away. right now. nearly. almost. about. as soon as. without delay. directly. forthwith. in the instant. instanter. instantly. in no time. right off. straight off. pronto. shortly. soon. straightaway. then and there. thereupon.
Kanın normal sürede pıhtılaşmaması şeklinde kendini gösteren, erkeklere has bir çeşit kan hastalığıdır. Halk arasında kanama hastalığı denir. Irsi bir hastalıktır. Doktor tedavisi gerekir. Bu hastalığa tutulanların; az su içmeleri ve limon, portakal, kiraz veya ahududu yemeleri tavsiye edilir. Ayrıca vücudun herhangi bir yerinde kanamaya neden olabilecek davranışlardan da kaçınmaları gerekir.
See Blood crystal, under Blood. a hemoprotein composed of globin and heme that gives red blood cells their characteristic color; function primarily to transport oxygen from the lungs to the body tissues; 'fish have simpler hemoglobin than mammals'.
the iron-protein component in the red blood cells that carries oxygen to body tissues. substance in the red blood cells that supplies oxygen to the cells of the body. iron-containing, oxygen-carrying pigment in red blood cells.
A substance contained within red blood cells that carries oxygen from the lungs throughout the body Hemoglobin is responsible for the color of red blood cells.
Hemoglobin is a substance contained within the red blood cells and is responsible for their color It has the unique property of combining reversibly with oxygen and is the medium by which oxygen is transported within the body It takes up oxygen as blood p
The molecule in the red blood cell that carries oxygen Hemoglobin combines with oxygen in the lungs and releases it in the tissues It is what makes blood red.
A protein inside your red blood cells It is the part of the red blood cell that carries oxygen from your lungs to the rest of your body Hemoglobin also carries sugar, because sugars can stick to all kinds of proteins in your body. a type of protein in the
The protein found in red blood cells that transports oxygen from the lungs to the tissues where the oxygen is readily released and CO2 from the tissues to the lungs where it is released. the iron-containing pigment of the red blood cells.
A respiratory protein contained in red blood cells that transports oxygen from the lungs to the tissues of the body Its structure consists of two pairs of globin chains and a heme group that binds the oxygen.
The protein found in red blood cells that carries oxygen Hemoglobin gives blood its red colour. an iron-containing respitory pigment of red blood cells that is made up of a globin composed of four subunits Each subunit is linked to a heme molecule that fu
The oxygen-carrying pigment of red blood cells, it is manufactured in bone marrow, and composed of iron-containing heme and the protein globin Many types of hemoglobin have been identified, however adult and fetal types are considered to be normal Tests t
i. matematik. abstract veya pure mathematics kuramsal matematik. applied mathematics . uygulamalı matematik. higher mathematics yüksek matematik. mathemati'cian i. matematikci.
(i. A.) (c. merâhim). 1. Yaralara ve ağrıyan yerlere sürülmek üzere verilen yağlı ve yarı donmuş kıvamda ilâç: Yaraya merhem sürmek, merhem kullanmak. 2. mec. Acı ve şiddeti geçirip yumuşatacak şey; teselli sebebi. Merhem-) dil = Gönül merhemi.
(I. A. «vehm» den imef.) (mü. mütteheme) («müttehim» şekli yanlıştır). 1. İtham olunan, şüphe olunan, kendisine bir cürüm ve kabahat yüklenen. 2. Kabahatli, bir suç işleyen.
(i. F.) (nişesten fiilinden olup sıfat terkiplerinde bulunur). Oturan, oturmuş. Post-nişîn = Tekke postunda oturan şeyh. Taht-nişin = Tahta oturan hükümdar. Mesned-nişîn = ‘Yüksek bir makamda oturan. Sadr-nişîn = Başta oturan veya sadâret makamında bulunan. Kûşe-nişîn = Münzevî.
i., f. tasavvur olunan düzen, plan proje; sınıflandırma cetveli; tertip entrika, dolap; f. tertip etmek, tasavvur edip kurmak; plan yapmak; dolap çevirmek, entrika çevirmek. schemer i. plan yapan kimse; dolap çeviren kimse, düzenbaz veya hilekar kimse
(i.) mevzu, konu, madde, tem, tema; öğrenciye verilen yazı ödevi; (dilb.) kök, gövde; (müz.) tema; (tar.) Bizans imparatorluğunda idari bölge. theme song bir dans orkestrasının kendisini belirtmek için kullandığı müzik parçası.