i., f. birkaç cins yaban sığırı; kara sığır, zool. Bos bubalus; f. gözdağı vermek. buffalo grass boğa otu. buffalo moth bir cins bokböceği tırtılı. buffalo robe bizon derisinden yapılmış diz örtüsü. bull buffalo kara boğa. water buffalo manda, dombay, cam
time after time. over and over. again and again. time and again. numbers of times. times without numbers. tons of times. scores of times. for the nth time. for the umpteenth time. repeatedly. always. fast. heaps of times.
(i. A. aslı: fa’l). 1. Uğur, iyi talih. 2. Baht ve talihi anlamak için birtakım garip vasıtalara müracaat etme, atılan boncuk ve baklaya, açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine vesair böyle şeylere bakıp bunlardan mânâ çıkarma: Fal açmak, atmak, fala bakmak. Fâl-i hayr = İyi fal. Huceste-fâl = Mübarek talihli. Faltaşı = Falcıların fala bakmak için attıkları ufak çakıl taşlarıyle boncuklar. Gözlerini faltaşı gibi açmak = Hayretle veya hırs ve tamahla bakmak.
Fusil Automatique Leger A 7 62mm battle rifle designed by FN and copied the world over The FAL has not made it into the world of airsoft so far, but we're keeping our fingers crossed. v fall; befall [OE Angl fallan].
File Access Listener FAL is a DECnet module that listens for network requests to access its local files In effect, FAL is a network file server for DECnet. parting, separation, to leave, to depart.
(i. A.). 1. Eskiden suçluları ve öğrencileri cezalandırmak için kullanılan Alet. Orta tarafında ayakları sıkıştırmaya mahsus ip geçirilmiş bir sopa ile tabanlara vurmaya mahsus bir sopadan ibaretti: Falakaya çekmek, falaka değnek getirtti, falakaya yatırmak, falaka vurmak. 2. Bazı manivela işlerini yapmak için kullanılan ucu iple bağlı ağaç parçası 3. (denizcilik). İki ucu bir yere bağlı bir parça halat.
(i. A.) 1. Belirsizlik zamiri ve eş mânâlı takımların ikinci unsurudur. Belirsiz olarak ismin yerini tutar: Falan geldiği zaman şöyle yaparmış, filan gelince böyle edermiş... Falan tarihte falan kişi görmüş... Falan filân yahut falan feşmekân. Küçümsenen şeyler, vaziyetler hakkında kullanılır: Yok gönlünü almamışız, yok kalbini kırmışız, falan filân. 2. Bazı kelimelerden sonra gelince benzerini ifade eder: Musluğu falan iyice kapadınız mı? Akşama gelirken karpuz falan getir.
(i.). İsmi söylenmek, istenilmeyen veya belli olmayan bir şahıs veya şeyi gösterip «falan» sözünden daha belirli gibi kullanılır: Falanca adam geldi diye haber vermeli, falanca yeı% gideceğim, dedi.
(i). düşüş, düşme, sukut, iniş; sarkma;yıkılma, çökme, inkıraz; yağış; bir defada yağan yağmur miktarı, düşüş mesafesi, fiyatların düşmesi, ucuzlama; dökülme, akma; sonbahar, güz, aynı mevsimde veya aynı zamanda doğan kuzular, hayvanların doğması; meyil,y
(i). yanlış fikir, aldatıcı kavram,sahte görünüş; aldatma, hile, yanlışlık, yanlış, hata, temelsizlik; (man.) safsata, mantık kurallarına aykırı gelen sav. pathetic fallacy insanlara has duyguların doğal belirtilere mal edilmesi (insafsız deniz gibi).
(i. i.). Ağızdan dolan eski usul topların ağızlık otu ve yemleme koymaya mahsus deliği, çanaklık; falya iğnesi, burgusu. Falyaya basmak = Topu doldururken ateş almaması için falyasına parmağını basmak. Falya yüksüğü = Parmağın hararete dayanamamasıyle bu iş için kullanılan yüksük. Falya çivilemek — Düşmana terki zaruri topları battal etmek için falyalarla çizi tıkmak, mec. Gözükme, meydana çıkma.
(i. A. «hafi» den masdar) (c. ihtifâlât). Büyük bir alay ile saygı gösterme, merasim, tören: Cenazesi ihtifâlât-ı lazıme ile kaldırıldı. Mehmed Akif için yarın bir ihtifâl yapılacak.
Bir kompozisyonda tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle Yunan sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, resim ve grafik sanatında da geçerlidir.
(i. A. hukuk). Birinin vereceği bir parayı veya yapacağı bir işi, bir taahhüdü yerine getirmediği takdirde onun yerine yapmayı üzerine almak kanunî muamele ve taahhüdü, kefil olma, yüklenme, Ar. zımân: Kendisine kim kefâlet edecektir? Bu işi ancak sizin kefâletinizle kabûl ederim; onun kefâleti kabul olunmadı. Kefâlet senedi = Kefil olmayı, gösteren, kefilin verdiği senet. Kefâleti-bi’n-nefs = Nefsine kefil olma, yani bir adamın şahsı talep olundukta bulup vermek taahhüdü. Kefâleti bi’l-mâl = Malına kefil olma, yani onun borçlu olduğu parayı vermeyi taahhüt etme. Kefâlet-i müteselsile = İki veya daha fazla kişinin karşılıklı ve zincirleme kefil ve zâmin olması.
Resim sanatında, kaçış noktasının betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir.