(i. F.). 1. Amir, hâkim, sahip. 2. Padişah, imparator, hükümdar. 3. I. Sultan Murad HAn Gazi’nin (1362-1389) lakabıdır ve bu vesileyle, şehzadeliğinde valilik yaptığı Bursa vilâyetine de Cumhuriyet’e kadar böyle denmiştir. 4. Mevlânâ Celâleddin-i RÜmî hakkında da kullanılmıştır (yalnız Osmanlı padişahları için kullanılan «hünkâr» tâbiri hudâvendigârin kısaltılmışıdır).
(i. F.). 1. Tanrı’ya ait olan. 2. Kendiliğinden olan, tabiî, sun’İ ve insan yapısı olmayan: Hudây-ı nâbit = Ekilmeksizin kendiliğinden biten: Hüdayi-nâbit otlar. 3. mec. Hiçbir terbiye görmeyip tabiî hâlinde kalan veya kendiliğinden yetişen: Hudây-ı nâbit bir adam; hudây-ı nâbit bir filozof.
(i. F.) (aslı: ked-hudâ = ev sahibi. Türkçe’de: kâhya). Bir daire ve konağın yahut çeşitli işlerin idaresiyle görevli adam, vekilharç: Eski vüzerâ kethudâları; sultan kethudâsı; kethüda kadın; hazîne kethudâsı. Esnaf kethudâsı (kâhyası) = Esnafın reisi. Kapı kethudâsı = Bir valinin veya bir dairenin BAbıâlî’ce işlerini yürütmekle görevli memur: Bağdad kapı kethudâsı; Burgaristan kapı kethudâsı. Kol kethudâsı = Vaktiyle yeniçeriağasının vekili. Köy kethudâsı = Muhtar, kocabaşı, mec. Başkasının işlerine karışan: Seni kethudâ (kâhya) koymadım; sen, benim kethudâm (kâhyam) değilsin.
(i. F. «peresten» fiilinden olup birleşik kelime teşkiline girer). Tapan, tapınan, ibâdet eden. Hudâ-perest = Allaha tapan. Ateş-perest = Ateşe tapan. Büt-perest = Puta tapan. Mey-perest = İçkiye çok düşkün.