(i. A ). 1. Bir şeyin en özlü ve kuvvetli kısmı, posası ve fazla şeyleri çıkarıldıktan sonra kalan özü. Ar. zübde: Süt hulâsası, et hulâsası. 2. Uzun bir bahis ve makalenin az sözle ifade olunan mânâsı, netice: Mazbatanın hulâsasını çıkarmalı; bu dilekçeyi hulâsa etmeli. Hulâsa-i kelâm = Sözün neticesi, Osm. netîce-i kelâm, elhâsıl.
(i. A.). 1. Söz, lâkırdı: Bir kelâm söyledi. 2. (edebiyat) Birkaç cümleden mürekkep ve kendi başına bir maksat ifade eden söz ve ibare, fıkra: Kelâm, cümlelerden mürekkeptir. 3. Konuşma, söyleyiş: Hayvan kelâma muktedir olsa; deve lisân-ı hâl ile kelâma geldi. 4. Lisan, lehçe: Süryânîler’in kelâmı. 5. İslâm felsefesi: llm-i kelâm. 6. Kur’an-ı Kerîm: Hâfız-ı kelâm Kelâm-Ullah, Kelâm-ı Kadîm -Kur’an-ı Kerîm. Hâsıl-ı kelâm, hulâsa-i kelâm, netîce-i kelâm = Elhâsıl, hâsılı, sözün neticesi. Kelâm-ı kibâr = Atasözü, meşhur söz. Malâ-kelâm = Söz götürmez, diyecek yok. Mîr-kelâm = İyi söz söylemeye gücü yeten, meclis adamı.