Gerçek bilginin ancak deney yoluyla elde edilebileceğini, bilgilerimizin varsayıma dayanan bir nitelik taşıdığını, gerçeğin insan yaşantısının bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiğini, değerler ile ahlaklılığın mutlak değil, toplumsal olduğunu ileri süren öğreti.
Mevsimlere dengeli bir şekilde dağılış gösteren bol yağışların düştüğü ılıman bölgelerin ormanlarıdır. Göreli olarak bitki türü sayısı az, fakat aynı türden olan bitkiler veya ağaçlar topluluğu geniş populasyonlar oluşturur. Bu populasyonlar “yosun ormanları,” “subtropikal orman,” “defne ormanları” gibi isimler alır.
(İMAN) (i. A. «emn» den masdar). 1. inanma: Kadere imanım vardır. 2. islâm dinini kabûl etme, Tanrı’nın birliğini ve peygamberimizin peygamberliğini tasdik eyleme, kalb ile tasdik ve dil İle ikrâr eyleme: İmân etmek. İmana gelmek, iman getirmek = Mü’min olmak. mec. İmana gelmek = Sonunda hakkı teslim ve kabûl etmek, nihayet doğru yola gelmek: Hah şöyle, imana gel!
Faith, trust, belief, acceptance From amana, to believe; and amina, to be tranquil in heart and mind, to become safe or secure, to trust; amana to render secure, grant safety Iman is being true to the trust with respect to which Allah has confided in one
Arabic for 'faith'; the doctrinal aspect of the Moslem faith, distinguished from ritual practices. or Imaan 'Faith'-- Heartily acceptance and verbal confession thereof.
(f.). (İlâç, tedbir ve çare demek olan «em» veya «eym» den olmak ihtimali vardır). Kayırmak, gözetmek, temin etmek, çaresini bulmak; kendini korumak, kayrılmak.
(i. Yunanca). 1. Gemilerin barındıkları ve rüzgârdan emin olarak boşanıp doldukları, saklı tabiî veya sun’İ koy, Ar. mersâ: Limana girmek. 2. Liman roisi = Liman işlerini idare eden ve limana girip çıkan gemilerden resim alan denizci subay. Liman odası = Liman reisinin idarehânesi.
(f.). 1. Limana girmek, limanda durmak: Gemi bir koyun içine limanladı; beş gün İzmir’de limanladık. 2. Sükûnet bulmak, yatışmak: Hava, deniz limanladı.
(i.). 1. Liman gibi yer, emin ve mahfuz koy: Orada bir limanlık vardır. 2. Sükûn, sükûnet: Ortalığın limanlığı. 3. Liman olunabilir, mahfuz: Limanlık bir koy; denizin orası limanlıktır. 4. Sakin, sükûnetli, dalgasız: Hava, deniz limanlıktı. Sütliman = Sakin, sessiz.
(i. Fr). 1. Yara bakımı, yaranın temizlenip ilâçlanması. 2. Vücudun herhangi bir yerini, tedavi maksadıyle alkol, sıcak su, soğuk su vs. ile belirli bir süre ıslak tutmak.