(i.) 1. Düz durmayıp kıvrılan, buruşup toplanan, buruşuk: Kıvırcık saç, sakal; kıvırcık lahana, salata; kıvırcık koyun. 2. Koyunun, tüyü, kıvrılan, kuyruğu İnce ve kısa bir cinsi ki, başlıca Rumeli’ne mahsus olup eti lezzetli ve makbûldür: Rumeli kıvırcığı; o kasap, kıvırcıktan başka koyun kesmiyor. 3. Kıvırcık koyunun eti: Kıvırcığı kaça veriyorlar?
(f.). 1. Eğirip bükmek kıvırcık hâline koymak: Saçını sakalını kıvırmak onun merakıdır. 2. Katlamak, bükmek, kırmak: Şu kâğıdın ucunu kıvırmaIı. 3. Kumaşın kenarını parmak ucu İle büküp öyle durması İçin dikmek, büzerek ve fitil yeparak kenarını kırmak: Şu mendilin kenarını kıvırmak 4. mec. Becermek, başa çıkmak: O işi de kıvırdı; bunu kıvırabilirse aşk olsun. 5. Oynamak, raksetmek, nâz ve cilve ile kırılmak: Kıvıra kıvıra oynadı.
crook. double. invent. turn. twine. twist. weave. to curl. to frizz. to twist. to crook. to crimp. to crinkle. to dance/walk in a sexy way. to fold back. to pull off. to succeed in. to invent. to make up.
to curl. to twist. to crimp. to fold back. to pull off. to manage to do. to undulate or to wriggle sensuously (a part of the body. bend. crook. crumple. fold. turn down. writhe.
(f.). 1. Eğirtip büktürmek: Şu ibrişimi biraz daha kıvırtmalı. 2. Katlamak, büktürmek, kırdırmak: Yazılı kâğıtların birer köşesini kıvırtmalı. 3. Kumaşın kenarını fitil gibi büktürüp diktirmek: Şu tülbentlerin kenarlarını kıvırtmalı.