(MEYDAN) (i. A.) (c. meyâdin) (Farsça’dan Arapça’laşmış). 1. Şehir ve kasaba içinde açık ve geniş düz yer. 2. Açık ve düz yer, açıklık saha, kır: Bir tarafı tepelerle ve bir tarafı meydanlarla çevrili bir yer. 3. Bir işin yapılmasına mahsus yer: Muharebe, talim meydanı, nişan meydanı. 4. Belli, açık, apaçık, Aşikâr: Meydana çıktı, hakikat meydandadır. 5. Ara, vakit, fırsat. 6. Ortalık: Meydanda bir sebep yoktur. 7. Bektaşî tekkelerinin semâ-hânesi. Atmeydanı = Koşu yeri. Meydar.a atılmak = Kendini meydana koyup karşılık vermeye hazırlanmak. Meydan okumak = Karşılaşmaya davet etmek, kevgayı icap edecek muamelede bulunmak. Meydana çıkmak = Görünmek, saklanmamak, açıkta olmak. Meydana çıkarmak = 1. Keşfetmek, bulup açığa çıkarmak. 2. Göstermek, saklamaktan vazgeçmek: Sonunda çaldığı malı meydana çıkardı. Meydan süpürgesi = Avluyu veya ev dışı yerleri süpürmeye yarıyan saplı çalı süpürgesi. Meydan taşı = Bektaşî tekkesinin semâhânesinde mumları koymaya mahsus bir taş. Meydana koymak, getirmek = Varlık vermek. Büyük bir eser meydana getirdi. Meydan vermek = Fırsat vermek, vakit vermek: Bir şeyi söylemeye, bir iş görmeye meydan vermedi ki.
to bring forth. to produce. to be the cause of sth. to generate. to institute. to fabricate. to originate. to develop. to form. to compose. to frame. to work. to make. to establish. to execute. achieve. afford. constitute. grow. make up. to bring to pass.