Thermoplastic underground feeder and branch circuit cable UHF -- Abbreviation for ultra high frequency, 300 to 3,000 MHz UL -- Abbreviation for Underwriters' Laboratories, a nonprofit, independent organization, which operates a listing service for electri
Thermoplastic underground feeder and branch circuit cable UHF -- Abbreviation for ultra high frequency, 300 to 3,000 MHz UL -- Abbreviation for Underwriters' Laboratories, a nonprofit, independent organization, which operates a listing service for electri
(i.). Atûfet, şefkat sahibi. Son devir Osmanlı protokolünde bâlâ rütbesi sahipleri ile vezir müşir rütbesi taşımıyan dâmâd’lara verilen unvandı. Devletlû atûfetlû: Serasker (harbiye nâzırı, savunma bakanı) ile dâmâd olan müşir ve vezirlere verilen unvandı.
(i.). Esirgeyici ve pek merhametli olan kimseye ve atûfetlû resmî lakabını taşıyan kişilere mensup ve müteallik mânâsiyle yazışmalarda kullanılır tâbirdir: Cânib-i Alî-i atûfîlerine, zat-ı Alî-i atûfîleri.
f., i. blöf yapmak, kuru sıkı atmak; bir şeyi blöfle elde etmek; i. blöf, kuru sıkı. call one's bluff blöfe meydan okumak. bluffer i. blöf yapan kimse.
i., s. güderiye benzer kalın bir çeşit deri; özellikle askerlerin giydiği kalın deri palto; kahverengimsi sarı renk; s. bu deriden yapılmış; kahverengimsi sarı renkte. in the buff k.dili ,çıplak.
i., f. birkaç cins yaban sığırı; kara sığır, zool. Bos bubalus; f. gözdağı vermek. buffalo grass boğa otu. buffalo moth bir cins bokböceği tırtılı. buffalo robe bizon derisinden yapılmış diz örtüsü. bull buffalo kara boğa. water buffalo manda, dombay, cam
i. tampon, tampon vazifesi gören herhangi bir şey; cilt yapmada kullanılan bir araç. buffer arm tampon kolu. buffer beam tampon kirişi. buffer letter kaynaştırma harfi buffer state tampon devlet.
i., f. tokat, yumruk; şok tesiri yapan ani bir olay; f. tokatlamak, yumruk atmak; karşı gelmek, mücadele etmek; el ve yumruk darbeleriyle karşı koymak, mücadele ile ilerlemek.
(i)., (f). kol ağzı, kolluk, manet; sille, tokat, yumruk; (f). yumruk vurmak, tokat atmak. off the cuff (A.B.D). argo irticalen, doğaçtan. on the cuff (A.B.D)., argo veresiye. cuff links kol düğmesi.
(i). kalın havlı ve kaba bir cins yünlü kumaş; spor veya kamp araç ve gereçleri, spor yapılırken giyilen kıyafet . duffel bag içinde spor malzemesi veya elbisesi taşınan torba .
Enerji Tasarruf Düğmesi, enerji tüketimini sıfıra düşürmek için BRAVIA TV’nizi tamamen kapatmanızı sağlar. Yeniden TV izlemek istediğinizde açmanız yeter; fişi çekip tekrar takmaya gerek kalmadan TV hemen bir önceki konumuna geri döner.
(i)., (f). hafif tüy kırpıntı; kuştüyü, yumuşak kürk; yüzdeki ince tüyler, ayva tüyü; (k).dili sahnede kötü okunan bir şey; (f). silkinip tüylerini kabartmak; söyleyeceği sözü unutmak veya yanlış okumak. fluffiness (i). tüy gibi yumuşak olma. fluffy (s
2.Musikiye tatbik olunan bir şarkı, tiyatro oyunu vesairenin nazmı, musikisi dışında kalan sözleri, şiir kısmı, beste mukabili: Filân operanın güftesi Victor Hugo’nun, bestesi ise Verdi’nindir.
f., i. kabadayılık göstermek; bir kimseye öfkelenmek; dama oyununda atlama fırsatını kaybettiğinden hasmının taşını yutmak; darılmak, küsmek, gücenmek; i. dargınlık, öfke; surat asma; dama oyununda ceza olarak hasmın taşını yutma. huffish s. öfkelenmis
(guguçiçeği): Karanfilgiller familyasından bir çeşit süs bitkisidir. Kullanıldığı yerler: Mide üşütmesinden doğan şikayetleri giderir. İktidarsızlıkta da faydalıdır.
(i. A.). Ayın tutulması: Husuf-i külli = Ayın tam tutulması. Husüf-i cüz’i = Ayın kısmen tutulması. Husuf vâki olmak = Ay tutulmak. Güneşinkine «küsûf» derler.
(i.)Yaş yerde çok kalan, organik maddelerin üstlerinde hâsıl olan yeşilimsi ve atılmış pamuk gibi pek ince bir tüy şeklinde olan madde: Küf tutmak, bağlamak, küf kokmak. Limonküfü = Maviye çalar yeşil renk.
(i.) (aslı: küfün). Taze dallardan veya kamıştan örülmüş derin ve çeşitli boyda kaba sepet: Ekmekçi, manav, rençber, süprüntü küfesi: Bir küfe üzüm, kum, saman.
(i. A.). Irak’taki tarihî Küfe şehrine ait. Hatt-ı kûfî = Arap yazı stillerinin en eskisi ve aslı olan düz ve köşeli yazı. c. KOfiyyûn = Eski Arap gramerinin ayrıldığı iki büyük ekolden merkezi KÜfe’de bulunan ekole mensup olan edipler: KOfiyyûn ile Basriyyûn.
(i. A.). Güneş tutulması:Ay’ ın araya girmesiyle güneşin tamamen veya kısmen örtülmesi: Küsûf-ı küllî, küsûf-ı cüz’İ, küsûf-ı dairevî (Ay’ın tutulmasına «husûf» denir).
i., f., den. orsa seyiri; flok ve velena yelkenlerinde lerno yakası ve astarı; f. orsa etmek, orsasına seyretmek. luff tackle adi palanga, orsa palangası.
Dalkavukluk eskiden nizamnameleri, kahyaları, narhları olan bir esnaf kuruluşuydu. Dalkavuklar kendilerine yapılan her türlü hakarete tahammül eden bu işi meslek edinen insanlara verilen isimdi. Dalkavuklara yapılan her muzipliğin bir tarifesi vardı. Mesela dalkavuğa atılan her tokatın bedeli 30 para, merdivenden yuvarlamanın ücreti 180 paraydı. Bir fındık sıçanını kuyruğu dışarıda kalacak şekilde dalkavuğun ağzına sokma 400 para, ellerin ve ayakların domuz topu şeklinde bağlanması 40 paraydı. Bir sakatlık olursa hareketi yapan dalkavuğu tedavi ettirmeye mecburdu. Ölüm olursa masraflar işi yaptıranlar tarafından karşılanıyordu.
1.Durdurulmuş, alıkonmuş: Davanın sonuna kadar para mahkemede mevckuftur.
2.Tutulmuş, tevkif olunmuş, zan üzerine geçici şekilde habsolunmuş.
3.Vakfedilmiş, vakfolmak üzere terk ve teberrû olunmuş, evkafa ait.
4.Mütevakkıf, bağlı: İngilizce’nin doğru söylenmesi bir İngiliz’den öğrenmeye mevkuftur. (i. A. c.) Mevkuftn = Tevkif olunmuş adamlar, mahbuslar: Mevkufînin sorgusu.
(u uzun) (i. A.) (Türk(mü. mevsûle). Birleşmiş, kavuşmuş. Ism-i mevsûl = O şey ki veya o adam ki mânâsını ifade eden isim, Ar. «mâ, min, ellezî» gibi kinaye.
(i. A. «fark» tan if.) (mü. mufârıka). Birinden ayrılan, mufarakat eden, ayrılmış. Gayrı mufârık = Ayrılmaz, ayrılması mümkün değil. Lâzım-ı gayrı mufârık = Terki mümkün olmıyacak surette lâzım, diğer bir şeyden ayrılıp terk olunması imkânsız.
(I. A. «fetş» ten if.). Bir şeyi etrafıyla arayıp inceleyen adam, her sınıf memurların veya resmî bir dairenin hakkıyle görev yapıp yapmadıklarını araştıran memur: Adliye, maliye müfettişi.
f., i. sarınmak; sesi boğmak; i. sarınacak şey; sesi boğmak için kullanılan örtü veya sargı; bir maddeyi alev ve gazlara temas ettirmemek için kullanılan fırın gözü.
2.Ticarette veya borsada ziyan edip hesabı kaçırmakla mevcut serveti mahkemece satılarak alacaklılara verilmek üzere bu halde bulunduğunu ilân eden: Müflis bir tâcir.
3.(gramerde) Yalnız bir şey veya şahsa delâlet eden veya bire mehsus olan kelime, zıdları tesniye ve cem’: Müfred müzekker; müfred müennes; müfred gaib; teklik, tekil.
4.Bir tek mısrâ (son iki mânâsiyle İsim gibi de kullanılır).
2.Toptan bilinen şeylerin tafsilâtı, birer birer açıklanmışları: Setin aldığım şeyler iki yüz lira etti, müfredat defterine de yardım; alınan şeyleri müfredâtiyle kaydetmeli. 3.Tek tek ve ayrı ayrı mısrâlar.
4.Bir cümleyi meydana getiren kelimelerin her biri. 5.İlâç kataloğu: Tıp müfredâtı.
(i. A. «ferz» den İmef.) (mü. müfreze). Toptan ayrılıp bir terafa konmuş, bölünmüş: Konaktan müfrez bir daire; bahçeden müfrez bir arsa; alaydan müfrez bir tabur.
1.Övünen, iftihar eden, bir şeyi övünme vesilesi sayıp onunla sevinen ve koltukları kabaran, zeki ve terbiyeli evlât babası olmakla İnsan müftehir olur.
(I. A. c.) (feriy’den imef. olup müfteriyât şekli galattır. Müfredl dilimizde kullanılmaz). Birine yalandan isnat olunan »uçlar, iftiralar, uydurma ithamlar.
(suzambağı): Nilüfergiller familyasından nymphaea ve nuphar cinsinden su bitkilerine verilen genel addır. Kullanıldığı yerler:Kalbi kuvvetlendirir. Ağrıları dindirir. Sinirleri yatıştırır.
(Ar.) (Erkek İsmi) - Esirgeyen acıyan, çok merhametli. - Allah’ın isimlerinden. “Abd” takısı alarak kullanılır. -(bkz.Abdürrauf). Kur’an-ı Kerim’de 10’dan fazla yerde geçmektedir.
a terrorist group formed in the 1980s in Sierra Leone; seeks to overthrow the government and gain control of the diamond producing regions; responsible for attacks on civilians and children, widespread torture and murder and using children to commit atroc
f., i. karıştırmak, değiştirmek; karmakarışık edip ortadan yok etmek; sürümek (ayak); itip ileri atılmak; iskambil kâğıtlarını karıştırmak; sözü değiştirmek; güçlükle ve acemice ilerlemek; ayakları sürüyerek yürümek; i. karıştırma, hile; ayak sürüyer
i., f. madde; asıl, esas; k.dili. eşya, ev eşyası; boş laf, saçma; kumaş; ilâç; k.dili. şey, zımbırtı, zırıltı; (argo) hüner; (argo) görev; (argo) para; f. tıka basa doldurmak; doldurmak; dolma yapmak; tıkamak; tıkıştırmak; çok laf ile kafa şişirmek; (
f. ıstırap çekmek; tutulmuş olmak, müptela olmak; cezasını çekmek; idam olunmak; cefa çekmek; (eski) katlanmak, tahammül etmek; müsaade etmek, izin vermek, bırakmak. sufferer i. ıstırap çeken kimse.
(i. A. «yün» demek olan «sûf»dan ve daha doğrusu Y. «hikmet» demek olan «sofiya»dan) (c. tasavvufât). Sûfilik, dinde mânevi ve beşerî duygulara yer veren mistik akım.
Sony tarafından geliştirilen yüksek hızlı baskı teknolojisi. Daha hızlı baskı yapar ve özellikle günümüzdeki yüksek çözünürlüklü dijital fotoğraf makinelerinin kaydettiği büyük görüntü dosyaları için uygundur.
(Ar.) (Erkek İsmi) 1.Hz.Nuh zamanında Allah’ın kötülüğe sapmış insanları cezalandırmak için gönderdiği bütün dünyayı su ile kaplayan yağmur. 2.Şiddetli yağmur ve sel.
(i. A. c.). Kendi başlarina beslenmeyip başkalarının köklerinden veya kanlarından beslenen bitki ve hayvanlar. Tufeyliyyât-ı nebâtiyye = Piç sürgünler, urlar ve mantarlar gibi. Tufeyliyyât-ı hayvâniyye = Bit vesaire gibi, diğer canlıların kanını emerek yaşayan böcekler; parazitler.
i., f. küme, öbek, top; tepe, sorguç; püskül; f. kümelemek, demet demet yapmak: püskül ile süslemek. tuft'ed s kümeli; tepeli. tuft'y s. perçem gibi püskül püskül veya küme küme olan, öbek öbek.
2.İnce: Ufak ufak düğmeli. Unufak = Pek ince. Ufak-tefak = Küçük yapılı, çelimsiz: Ufak tefek bir adam. Küçük ve ehemmiyetsiz şeyler. Çarşıdan bazı ufak-tefek aldım,
(Ar.) 1.Düz arazide ya da açık denizde gökle yerin birleşir gibi göründüğü y(Erkek İsmi) 2.Anlayış, kavrayış, görüş, düşünce gücü. 3.Çevre, dolay. - Erkek ve kadın adı olarak kullanılır.
2.Bir hâlde bulunma, ileri veya geri gitmeyip aynı hâlde kalma: Hastalığı vukuf hâlinde (bu iki mânâ ile tevakkuf daha çok kullanılmıştır).
3.Bilme, anlama, haberdar olma, Ar. ıttılâ: Bu işe vukufum yoktur. Ehl-i vukuf; erbâb-ı vukuf = Bir iş hakkında tam, yeter malûmatı olan (lar), bilirkişiler.