(i. A.). 1. Muharremin onuncu günü ki, İslâm’dan önce de resmî bir gün idi. 2. O gün pişirilip dağıtılması mutad olan mâruf bir tatlı ki, dövülmüş buğdayla meyve ve hububatın ekserinden birer miktar karıştırılmakla yapılır.
(i.). Bu mahal, bu yer: Bura adamları çalışkan olur. Buranın meyvesi boldur. Burayı bırakacak mısınız? Buraları da görmüş olduk. Ekseriya zamire eklenerek kullanılır: Buram ağrıyor. Buranız kararmış. Burası çok ucuzluktur. Burası, buraları: Bu hal, bu suret, bu keyfiyet: Asıl burası matlûptur. Buraları iyice anlatmalı. Yakın yere işaret içindir: Ar. hâ, hunâ, Fars. incâ: Buraya gel, burada kal, buradan geçti, buraca bilinmiyor (uzak yeri işaret için «ora» ve orta yer için «şura» kullanılır).
(Ar.) (Erkek İsmi) - Berk-Yıldırımdan türetilmiştir. - Hz.Muhammedin Mirac’daki bineği. Kur’an’da böyle bir isim geçmemekle beraber, İslam kaynaklarında böyle bir binitin olduğuna dair rivayetler vardır. Burak Reis: (Öl. 1499). Osmanlı denizcilerinden.
(e.) Dönüp dolaşarak şiddetle ve havada kasırga gibi bir nevi girdaplar teşkil ederek yağmayı tasvir ederek arka arkaya kullanılır: Buram buram kar yağıyordu. Buram buram duman çıkıyordu. Buram buram terlemek = Fazlasıyle terlemek.
Canlı TV yayınını duraklatmanıza imkan tanıyan Sony HDD kayıt cihazları sayesinde artık hiçbir anı kaçırmayacaksınız. Yavaş gösterim ve hızlı ileri sarma işlevi dahil olmak üzere kaldığınız yerden itibaren sahneleri farklı hızlarda oynatabilir ve istediğiniz an canlı yayına dönebilirsiniz.
(i). cesaret, yiğitlik, yüreklilik, mertlik. have the courage of one's convictionsdavran ışlarını inançlarına uydurmaya cesaret etmek. take courage cesaretlenmek, kuvvet almak.
(i. İ.). 1. Nümûne, örnek, kumaş örnekleri destesi: Faturasını gönderdi. 2. Satın alınan bir mal için satıcının verdiği makbuz: Gümrük dairesi fatura ister Malfature = Manifatura’dan galat. (bk.) Manifatura.
Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut ya da nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir.
s. yanlış; kusurlu, tam olmayan, hatalı; aslından farklı. inaccuracy i. tam olmayış, hatalı oluş; kusur, hata. inaccurately z. tam olmayarak, hatalı olarak, kusurlu olarak.
f. resmen işe başlatmak, (bir kimseyi) törenle bir göreve getirmek; başlamak (işe); açılış töreni yapmak. inaugura'tion i. resmen işe başlama; bir kimsenin göreve başlaması münasebetiyle yapılan tören, açılış toreni.
s.,i. oranssız, nispetsiz, kıyas kabul etmez; ölçülmeyen; i., çoğ, ortak ölçülmez sayılar. in commensurabil'ity i ölçülemez oluş, nis - petsizlik. incommen'surably z nispet sizce, ölçülemez bir ,sekilde.
s., i. iyi olmaz, şifa bulmaz, devasız, düzelmez; i. iyi olmaz hasta. incurabil'ity, incur'ableness i. çaresizlik, şifa bulmazlık incur'ably z. şifa bulmaz şekilde.
Bu deneyi ilk olarak ABD Caiifornia’da Larry Walters, bildiğimiz çocuklar için olan uçan balonlarla değil meteoroloji balonları ile yapmıştır. Larry 42 tane balonu kendine bağlamış, kendisi de alimünyum bir sandalyeye oturmuş, emniyet olsun diye de yere bir halatla bağlanmış.
Tam yükselmeye başlarken yere bağlı halat kopmuş ve kontrolsuz bir şekilde 5 bin metreye kadar yükselmiş. Bundan sonra yanında bulunan tabanca ile yüksekliği kontrol için balonları tek tek patlatmaya başlamış. Bu arada yanında bulunan telsizle yakından geçebilecek uçakları ikaz etmeyi de ihmal etmemiş.
Balonları tek tek patlatarak inerken biraz da şanssızlığından, balonları bağlayan teller elektrik hatlarına takılmış ama sonunda yere sağ salim inmeyi başarmış. Bu üstün başarısından dolayı takdir bekleyen Larry’e ulusal havacılık kurallarını ihlal etti diye ilgililer çok kızmışlar ve cezalandırmaya karar vermişler. Bu hikayenin gerisi bilinmiyor ama biz hesap yolu ile kaç uçan balon bir insanın ayağını yerden kesebilir bulabiliriz. Bir litre helyum 0,18 gramdır. Bir litre hava l gramdır diye bilinir ama onun yüzde 80’inin nitrojen olduğunu düşünürsek bir litre hava, hemen hemen saf nitrojen kadar yani 1,25 gramdır diyebiliriz. Yani bir litre helyum, bir litre havadan yaklaşık l gram daha hafiftir.
30 santimetre çapındaki bir balonu tam küresel düşünüp hacmini hesap edersek 14.137 santimetreküp yani 14 litre eder. Helyumun bir litresi havadan l gram hafif olduğuna göre bu balon ucuna bağlanan 14 gram ağırlığı havaya kaldırabilir (balonun kendi ağırlığı ve ip ihmal edilerek).
Diyelim ki çocuğunuz 30 kilogram ağırlığında. Her biri 14 gram kaldırma gücündeki balonlardan 2.150 tanesini alıp eline verirseniz, bir anda yanınızdan kaybolup havalandığını görebilirsiniz, tabii teorik olarak.
Eğer daha büyük, 3 metre çapında bir kaç balon bulabilir ve helyumla şişirebilirseniz 55 kilogram ağırlığındaki eşinizi kaldırmaya 4 tanesi yetecektir.
30 metre çapındaki bir balon ise 14 ton ağırlığı kaldırabilir. Bu nedenle balon, zeplin türü hava araçlarının hacimleri çok büyüktür. Aslında bir litresinin ağırlığı 0,09 gram olan hidrojen bu işler için idealdir ama çok yanıcıdır, en ufak bir kıvılcım, patlamasına neden olabilir.
Hindenburg zeplininin bu nedenle başına gelenlerden dolayı zeplinle yolculuk tarihe karışmıştır. Helyum gazı kullanılarak tekrar eski günlerine dönmesi ümitle beklenmektedir.
(i.). Un, şeker, süt yahut badem vesaire ile yapılan yuvarlak veya üçgen çörekçik: Bademli, sütlü kurabiye. Kurabiye gibi ufak ve yuvarlak: Kurabiye karpuz, kurabiye saat.
(i.). Kuru, yağmursuz, rutubetsiz, Ar. yâbis: Kurak hava, kurak yıl: Bu sene hava pek kurak gidiyor. Kuraklık, yağmursuzluk. Ar. yubûset: Bu sene kuraktan korkuluyor.
(i.). 1. Kuruluk, yağmursuzluk, rutubetsizlik. Ar. yubûset: Bu kuraklık bir müddet daha devam ederse ekinler yanacak. 2. Yağmursuzluktan ileri gelen kıtlık: Hindistan’da kuraklık olduğu söyleniyor.
Belirsiz zamanlarda meydana gelen ve canlıların (özellikle bitkilerin) yaşamını tehlikeye düşürecek veya onları zarara uğratacak kadar azalmış bulunan su kıtlığıdır. Bu tanımlamadan anlaşılacağı üzere, belirli bir iklimin karakteristiği olarak belirli mevsimlerde su kıtlığı ” kuraklık” değildir. Herhangi bir yılın, herhangi bir mevsiminde meydana gelen alışılmışın dışındaki su noksanlığıdır. ( Trockenheit/drought, dryness )
(i.) («lâhûrî» isminin Rumca kaidesince yapılmış şeklidir). 1. Hind lâhûrîsi taklid edilerek yapılan yünden bir çeşit ince kumaş: Mavi lahuraki. 2. Lahuraki denilen yünden yapılmış: Lahuraki entari, hırka.
(ve galatı: MâSRA) (i.). 1. Kısa ve ince kamış kalem. 2. Çıkrıkta iplik sarılıp mekiğe takılan kalem kl, mekiğin içinde dönerek ipliği bırakır. 3. Çeşme lülesi. 4. Akarsu ölçüsünde lülenin dörtte biri ki, dört çuvaldız sayılır: Bir masura suyu vardır.
f. olgunlaşmak; tıb cerahat toplamak. matura'tion i. olma veya olgunlaşma, yetişme, kemale erme; cerahat toplama. mat'urative s. olgunluğa götüren, erginleştiren; cerahat top laylcı
A contract of sale between the bank and its client for the sale of goods at a price plus an agreed profit margin for the bank The contract involves the purchase of goods by the bank which then sells them to the client at an agreed mark-up Repayment is usu
This is a contract whereby a financial institution buys goods for a customer from a third party and then resells the goods to the customer at a pre-agreed price on deferred payment terms.
One of the most controversial type of transaction, it is a contract of sale in which payment is made some time after delivery of the goods transacted Used as the basis of modern Islamic banking since the amount charged for deferred payment is in excess of
(i. A. «rub’» dan imef.) (mü. murabbâa). 1. Dörtlü, dört şeyden mürekkep. 2. Dört köşeli. 3. (matematik) Kendi misliyle çarpılmış (rakam, son). 4. Kare: On kilometre murabbâ genişliğinde bir çiftlik. 5. (edebiyat) Türk şiirinde dörder mısrâlık kıt’alardan yapılmış şekil. 6. (musiki) Türk musikisinde dört mısrâlı söz eseri: Murabbâ beste, murabbâ şarkı, (matematik) 1. Dört köşeli ve dört açılı şekil, dörtgen: Murabbâ-ı müstatil; murabbâ-ı maîn; murabba-ı münharif. 2. Bir rakamın kendi misliyle çarpılmasından çıkan miktar: 8’in murabbaı nedir? 3. Mesafenin enlemesine ve boylamasına ölçülmüşü: Bir arsanın boyu on, eni beş metre olursa murabbaı ne eder? (denizcilik) Murabbâ yelken = Seren yelkeni.
(i. A. «rabt» tan f.) (c. mürâbıtîn). Kendini ibâdete veren zâhid (Fas’ta dervişe verilen unvandır), (c.). Mürâbıtîn = Mürâbıtlar. Ortaçağ’da Fas ve Endülüs’te saltanat sürmüş büyük bir Arap hanedanı.
(i. A. «rücûdan). 1. Geri dönme, geri gelme: Eski fikirlerine müracaat etti. 2. Başvurma, danışma, yardım isteme. 3. Bir şahsın veya heyetin fikrinden veya bir kitaptan faydalanmaya niyet etme: Avukata, mahkemeye müracaat ettim. 4. Bir şahsı veya bir şeyi aramaya gitme: Dükkânda bulamayınca evine müracaat ettim.
(i. A. «ruhsat» dan imef.) (mü murahhasa). 1. İzinli, ruhsat verilmiş. 2. Gönderen devlet veya hey’et nâmına istediği şekilde rey verebilen diğer bir devlet veya hey’et nezdine gönderilmiş vekil, delege.
(i. A.) (c. murakkaât). Birbiri üzerine yapıştırılıp mukavva gibi olmuş kâğıdın üzerine yazılmış güzel yazı örneği, hattat meşk-nâmesi: O hattâtın bir hayli murakkaatı vardır.
(i. A. «rakam» dan imef.) (mü. murakkama). 1. Rakamlandırılmış, yazılmış, yazılı. 2. Bir rakamla işaret olunmuş, numarası konmuş, numaralı: Kütüphanede 250 rakamıyla murakkam bir kitap vardı.
f. yabancı uyrukluğa kabul etmek; yabancı kelimeleri lisana almak; bir bitki veya hayvanı yerlileştirmek; tabiata uydurmak, tabiileştirmek; yerlisi gibi olmak; tabiatı incelemek. naturaliza'tion i. uyrukluğa kabul; yerlileşme; yerlileştirme.
(i. Fr. felsefe). 1. Yaratıcı bir sebebin, ilâhî bir düzenleyicinin varlığını reddederek tabiatın kendiliğinden var olduğunu kabul eden doktrin. 2. (edebiyat) Müsbet ilmin metotlarını ve vardığı neticeleri sanata tatbik ederek, gerçekleri mükemmel bir objektiflikle anlatmayı hedef alan edebî görüş.
Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde var olurlar. Nonfigüratif sanat yerine günümüzde soyut sanat terimi yeğlenmektedir.
(i.). 1. Oturma, dinlenme, dernek: O kış Erzurum’da oturak tuttular. 2. Oturulacak yer, oturulan yer, merkez, makam. 3. Oturulacak yer, sıra, sofa. 4. Konak: Beş gün askere oturak verdi. 5. Bir şeyin yere değecek ciheti, kaide. 6. Kayıkta kürek çekilirken oturulan yer. 7. Aptes etmek için kullanılan kap, lâzımlık. 8. Seferde istirahat hâlinde olan, konaklayan: Beş gün oturak kaldık.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ortaya çıkmış olan, Osmanlılık ve İslamcılık akımları karşısında bütün Türklerin tek vatanda ve tek bayrak altında birleştirilmesini amaçlayan akım.
s., i. birden fazla; i., gram. çoğul, cemi. plural marriage birden fazla karısı olma. plural vote bir kimsenin birden fazla oy kullanma hakkı. plurally z. birden fazla olarak.
i. çoğul olma hali; değişik milletlerden meydana gelen toplum; fels. çokçuluk. pluralist i., fels. çokçu. pluralis'tic s. değişik milletlerden olan; bütünlük gerektirmeyen.
i. adaylar arasında en fazla oy alma; birden fazla oluş; çokluk, ekseriyet; (A.B.D.) bir seçimi kazanan kimsenin ikinci gelen şahıstan fazla olarak aldığl oy sayısı.
1. Çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasi yöntem. 2. Gerçekçiliğin açıklanmasında birden çok ilkenin temelde bulunduğunu kabul eden öğreti.
Bir yapıda, tavan ya da duvar üzerine resmedilerek içinde yeraldığı mekânın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekân düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin, bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekân perspektifi, quadratura sayılır.
s. kırsal, köye ait; köy hayatına ait; çiftçilikle ilgili, tarımsal, zirai. ruralist i. köy veya kır hayatı yaşayan kimse; kır hayatını tavsiye eden kimse.
(i.) (italyanca). 1. Peynir ve balık gibi şeylerin bozulmamak için batırıldıkları tuzlu su: Salamuraya yatırmak, salamura peyniri, balığı. 2. Salamuraya batırılmış tuzlu şey: Bamya, patlıcan, yaprak, balık salamurası, mec. Salamura suyu = Tatsız ve yavan şey.
f. emdirmek, doyurmak; kim. herhangi bir cisme başka bir cismi katarak fazlasını alamayacak derecede doldurmak, işba etmek. saturant i., s. emici veya massedici şey; s., fiz. doyuran. saturated s. doymuş. satura'tion i. doyma.
s. bina veya yapıya ait; yapısal; inşaata ait; jeol. yapısal. structural botany yapısal bitkibilimi. structural linguistics yapısal dilbilim. structural steel yapı demiri, inşaat çeliği. structurally z. yapı bakımından.
(i.). Şu mahal, şu yer: Şuranın meyvesi pek lezzetli olur, şurayı da görelim. Zamire eklenerek de kullanılır: Şuram ağrıyor, şurasını düzeltmeli. Şurası, şuraları = Şu hal, şu iş, şu keyfiyet: Asıl düşünülecek iş şurasıdır. Ek olarak orta uzaklıkta yere işaret için zarf mânâsı taşır: Şurada, şuradan, şurace. Şurada, burada — Ötede beride, çeşitli yerlerde.
One of the sections or chapters of the Koran, which are one hundred and fourteen in number. one of the sections in the Koran; 'the Quran is divided in 114 suras'.
f., i. ezip toz etmek, öğütmek; dövmek; i. ezilip toz haline getirilmiş madde. triturable s. ezilip toz haline getirilir. tritura'tion i. ince öğütme, toz halinde ezme; toz haline getirilmiş madde.
(I.) (aslı: Tuğra). 1. Oyun oynamakta kullanılan örme mendil, kuşak vs.: Tura oyunu oynamak, tura ile vurmak. 2. Kös, davul ve trampet gibi şeylere vurmaya mahsus ip veya çomak: Davul turası. 3. Kamçı, örme kırbaç. 4. Demet, bağ, paket: Bir tura ip. Dam turası = Saçak kenarı. (bk.) Tuğra.
Simgesi: U Atom Numarası: 92 Kütle Numarası: 238,03 Yoğunluk:18,95 g/cm3 Erime Sıcaklığı: 1132 °C Kaynama Sıcaklığı: 3927 °C Ağır, radyoaktif bir metaldir. Dünyanın çekirdeğindeki ısının kaynağını büyük oranda bu element oluşturur. Nükleer yakıt olarak büyük önem taşır. Atom bombası yapımında kullanılır.