(i.).
1.Üzerinde yaşadığımız gezegen, dünya: Yer, güneşin etrafında döner.
2.Dünyanın kara kısmı, yüzü: Yere basmak, yere oturmak, yerle beraber.
3.Mahal, mevzi, mekân, ikametgâh, makam, cây: Onun yeri yoktur, yeriniz neresidir?
4.Memleket, menşe: Benim yerim Rumeli’dir, cins atların asıl yeri Arabistan’ dır.
5.Bir işe mahsus mahal. Pazar yeri = Pazar kurulan yer. Yere atmak = Ehemmiyet vermeyip bırakmak, yabana atmak. Arka yere gelmek =
1.Arka üstü düşmek.
2.mec. Yenilmek, mağlûp olmak. Yerelması = Sebze gibi kullanılan, şeklen patatese benzeyen bir kök. Yere vurmak =
1.Mağlûp etmek, düşürmek.
2.Aldatıp soymak, dolandırmak. Kendini yerden yere vurmak = Şiddetli ağrı veya üzüntüden tepinip durmak. Yer etmek =
1.İz bırakmak.
2.Tesir etmek, tesirli olmak, geçmek. Yer edinmek = Arazi veya ev almak. Yerini ısıtmak = Bir yerde uzun müddet kalmak. Yere batmak =
1.Toprağın içine sokulmak, gömülmek.
2.Adı ve izi kalmamak. Yere bakar, yere bakan = Mürâİ, sinsi. Bir yere gelmek = Toplanmak. Yer beğenmek = Oturacak yer seçmek. Yer bulmak =
1.Oturacak yere sahip olmak: Odada yer bulamadım.
2.Memuriyete girmek: Bir yer buldu, boşta değil. Yerini bulmak = İcra olunmak: Emriniz yerini bulsun diye bunu yaptım. Yercton göğe = Pek büyük fark, pek ziyade. Yerden yere = Bir taraftan bir tarafa, sık sık yer değiştirerek: Yerden yere geziyor. Gökte ararken yerde bulmak — Uzaklarda ve külfetle ararken yakında ve kolaylıkla bulmak. Bir yerde (menfî cümlede), hiçbir yerde = Bir yerde bulamazsınız. Yerinde = T. Münasip, mükemmel, iyi, uygun, lâyık: Bu söz yerindedir, yerinde söylenmiş bir sözdür.
2.Münasip vakit ve hâlde, münasebet düşünce: Yerinde öyle de denilir. Yerini sevmek = Bir bitki dikildiği yerde çabuk büyümek. Yer sarmaşığı = Yerde uzayan bir cins sarmaşık. Yer sıçanı = Köstebek. Yerini tutmak = Bir şey veya şahıs yerine geçmek, onun işini görmek: Hiç kimse ana yerini tutamaz, bizim yazıhane sofra yerini tuttu. Yerfıstığı = Amerikan fıstığı. Kara yer = Mezar, kabir. Yerine koymak = Saymak, Osm. add ve İtibâr etmek: Ablasını mürebbiye yerine koymuş, beni adam yerine koymadı. Yere geçmek = Çok mahçup ve meyus olmak. Yerine geçmek = Yerini tutmak, bir şey gibi kullanılmak: Ona verdiğiniz para sadaka yerine geçti. Yerine gelmek =
1.Eski hâline dönmek, bozulmuş iken düzelmek: Benzi yerine geldi, ne kadar yıkandıysa yerine gelmedi. 2.iyileşmek. Yeri var = Yerinde, lâyık, münasebet alır: Öyle söylese yeri var. Baş üstünde yeri var = Pek makbûl, muteber ve muhteremdir. Yeri yurdu belirsiz = Serseri, derbeder.